Sudan’da bir yılı aşkın süredir devam eden savaşta yeni bir evreye girildi. Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF), ülkenin başkenti Hartum’dan çekildi ve bu gelişme savaşın sona erdiği şeklinde yorumlandı. Bu gelişme hükümet ile RSF arasında ciddi bir güç değişimine işaret ediyor. Ancak gerçekten de bu, Sudan’da barışın sağlandığı anlamına mı geliyor, yoksa yeni bir dönemin başladığı anlamına mı?
HÜKÜMET VE RSF ARASINDAKİ AYRIŞMA NEDİR?
Sudan’daki iç savaş, esasen Sudan Silahlı Kuvvetleri (SAF) ile RSF arasındaki iktidar mücadelesinden doğdu. Ancak bu mücadele Sudan halkının çıkarlarına değil, farklı emperyalist güçlerin nüfuz alanlarını genişletme savaşına dönüştü. RSF’nin lideri Hemedti (Muhammed Hamdan Dagalo), uzun yıllar boyunca orduyla iç içe bir gücün lideriydi. Ancak Sudan’daki sivil güçlerin 2019’da El-Beşir rejimini devirmesi ve sonrasında ordu ile sivil gruplar arasında bir güç paylaşımı tartışmalarının başlaması, RSF’yi daha bağımsız bir pozisyona itti. 2021’deki askerî darbe, RSF ve SAF’yi yeniden birleştirir gibi görünse de gerçekte iktidar kavgalarını daha da körükledi.
Hemedti’nin büyüyen ekonomik gücü ve ordudan bağımsız yapısı Sudan ordusunun lideri Abdulfettah el-Burhan ile arasındaki gerilimi artırdı. Ancak bu iki güç odağının ayrışması, Sudan halkının kurtuluşu anlamına gelmedi. Özellikle El-Beşir’e karşı halkın büyük öfkesiyle oluşan etkin hareket El-Beşir’le Sudan egemen sınıflarının ve emperyalistlerin artık yürüyemeyeceği sonucunu doğurarak onun gitmesi noktasında bir geçici uzlaşıya yol açmıştı. Halkın hareketi bu geçici uzlaşıyla bu güçler tarafından manipüle edildi, sönümlendirildi. Ancak aralarındaki mücadelenin keskinleşmesi için de yeni bir zemin oluştu. Sudan’daki emekçi sınıflar ve yoksul halk, bu çatışma ve savaşın asıl mağduru oldu.
EMPERYALİST GÜÇLER SUDAN’I PAYLAŞIRKEN
Sudan’daki savaş, yalnızca ülke içindeki iktidar gücünü belirleme savaşı değil, aynı zamanda emperyalist güçlerin çıkar mücadelesine ve uluslararası aktörlerin de hesaplarının çatışması haline dönüştü. Çünkü Sudan, Afrika’nın zengin doğal kaynaklarına sahip ülkelerinden biri ve bu özelliği öteden beri emperyalistlerin iştahını kabartıyor.
Sudan’da yürüyen iç savaşın aynı zamanda emperyalist güçler arasındaki bir mücadele olduğunu söylemek gerekir. ABD emperyalizmi ile Rusya-Çin ekseninde bir hegemonya savaşı sürmektedir. Ancak bu savaşta tarafları keskin ve net bir konumlanmayla ayırmak kolay değildir. Sudan, özellikle ABD ve Siyonist İsrail’in Abraham Anlaşmaları bakımından ve Hint-Orta Doğu ve Avrupa ekonomik koridorunun işlemesi için önemli bir ülkedir. Rusya için ise Sudan Afrika’da hegemonyasının kaldıracı niteliğindeyken Çin’in Tek Kuşak Tek Yol projesinde önemli bir yer tutmaktadır. Rusya ve Çin’in konumu net ve kesin şekilde hükümeti desteklemek şeklindeyken ABD tek bir ata oynamayan ve ittifak güçlerinin çıkarlarını da gözeterek güç dengelerinin seyrine göre her durumda kazanmayı içeren bir konumlanıştadır. Zira Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden Türkiye’ye, Mısır’dan İsrail’e kadar çeşitli ittifakları üzerinden farklı güçlerle ilişkilenerek süreci yürütmektedir.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE): RSF’yi esas olarak destekleyen gücün BAE olduğu biliniyor. BAE, Sudan’ın altın yataklarını ele geçirmek ve bölgedeki stratejik kontrolünü pekiştirmek için Hemedti’yi destekliyor. Hemedti’nin altın ticaretinden elde ettiği geliri kullanarak milis gücünü daha da büyütmesine yardımcı oldu. Aynı zamanda Sudan’daki stratejik ekonomik çıkarlarını koruma amacı güdüyor. BAE’nin bu siyaseti ABD ve İsrail’in bir güvencesi niteliğine de sahiptir. Bu süreç, Sudan halkı için sadece daha fazla sömürü ve yağma anlamına geliyor.
Rusya: Hükümeti destekleyen önemli aktörlerden biri olarak ortaya çıkan Rusya, Sudan’da özellikle Wagner Grubu aracılığıyla aktif. Rusya, Sudan’daki altın yataklarını sömürerek kendi sermaye çevrelerine yeni kazanç kapıları açıyor ve Kızıldeniz’de bir askerî üs kurarak bölgesel gücünü pekiştirmeye çalışıyor.
ABD: ABD’nin pozisyonu daha karmaşık. Rusya ile girdiği güç çekişmesi nedeniyle hükümete daha yakın bir tutum takındı. Ancak ABD, Sudan’da gerçekten bir istikrar arayışında değil; asıl hedefi, Rusya’nın ve Çin’in bölgedeki nüfuzunu sınırlandırmak ve Sudan’daki kaynakların Batılı sermayeye açılmasını sağlamak. Ki belirttiğimiz gibi ABD bölgedeki uşaklarını da kullanarak her iki gücün içine sızmış ve onları kontrol etme çabası içinde.
Avrupa Birliği: Sudan’daki savaş, Avrupa için insani bir kriz gibi gösteriliyor, ancak Almanya-Fransa-İtalya emperyalistleri için bu aynı zamanda bir ekonomik fırsat. Sudan’daki enerji ve hammadde kaynaklarının Batılı tekellere açılması, bu güçlerin asıl gündemi. Aynı zamanda Sudan’daki çatışmanın Kızıldeniz ticaret yollarına ve Afrika’daki istikrara zarar vermesinden endişe ediyor. Avrupa Birliği, diplomatik yollarla çözüm arayışında gibi görünse de asıl olarak Sudan’ın emperyalist sermaye için “yatırım yapılabilir” bir ülke olmasını sağlamaya çalışıyor. Bu yönüyle ABD politikasına angaje bir tutumu söz konusu.
Çin: Sudan’da görece sessiz kalan Çin, ekonomik çıkarlarını ve enerji kaynaklarıyla ilişkisini koruma odaklı bir politika izliyor. Çin “Tek Kuşak Tek Yol” ile Sudan’daki altyapı projelerini ve petrol yataklarını kontrol ederek Afrika’daki etkisini artırmayı hedefliyor. Ancak bu yatırımlar Sudan halkının lehine değil; Çin sermayesi de Sudan’daki emek gücünü ucuz işgücü olarak görüyor. Savaşın Çin’in ekonomik faaliyetlerini sekteye uğratmaması için taraflar arasında denge politikası izliyor.
Türkiye: Sudan’la uzun süreli ekonomik ve askerî iş birlikleri olan Türkiye, şu ana kadar daha çok diplomatik yollarla çözüm arayışında olduğu iddiasında. Ancak ülkedeki kaos, Türkiye’nin Sudan’daki ekonomik yatırımlarını riske soktu. Türkiye, özellikle Sudan’daki liman ve inşaat projelerine yatırım yapmış durumda. Türkiye buradaki yatırımlarını Sudan halkının değil, egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda şekillendiriyor. Hükümete yakın duran bir siyaseti hayata geçiriyor. Ancak başarısız barış görüşmeleri ve ABD adına iş tutan yaklaşımı ile aldığı konumlanış bir güven oluşturmuyor. Bu bağlamda özellikle Rusya’nın Suriye’de Türkiye’nin oynadığı rolden kaynaklı ona karşı sınırlayıcı bir konumlanış aldığı görülmektedir.
RSF’NİN ÇEKİLİŞİ SAVAŞIN BİTMESİ Mİ?
RSF’nin Hartum’dan çekilmesi, savaşın tamamen sona erdiği anlamına gelmiyor. Bu daha çok yeniden konumlanma olarak değerlendirilebilir. Özellikle Batı Darfur ve Güney Kordofan gibi bölgelerde RSF halen etkinliğini koruyor. Ayrıca savaşın sonucu, Sudan’da yeni bir gücün ortaya çıkıp çıkmayacağını da belirleyecek. Sudan’da yaşanan güç değişimi siyasî bölünmeyi daha fazla gündeme getirecektir.
Sudan’daki çatışma, sadece iki taraf arasında bir iktidar savaşı olmaktan çıkmış durumda. Emperyalist güçlerin Sudan’daki kaynakları paylaşma savaşı, Sudan halkı için yeni bir sömürü dönemi anlamına gelebilir. Sudan halkının geleceği, emperyalizmin çıkarlarına karşı nasıl bir direniş geliştireceğine bağlı olacak. Ancak bu direniş, yalnızca Sudan özelinde değil, emperyalist-kapitalist sisteme karşı topyekûn bir mücadeleyle mümkün olabilir. Sudanlı emekçiler ve ezilen halklar, ancak örgütlü bir halk hareketiyle kendi kaderlerini belirleyebilirler. Aksi takdirde Sudan, her zaman emperyalist güçlerin ve sermaye odaklarının çıkar oyunlarına sahne olmaya devam edecektir.