1 Temmuz, Salı
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle

Anasayfa » Ukrayna Savaşında Trump’ın Stratejisi ve İstanbul Zirvesi

Ukrayna Savaşında Trump’ın Stratejisi ve İstanbul Zirvesi

7 Haziran 2025
içinde Güncel
Facebook'ta PaylaşX'te PaylaşWhatsappTelegram
Google Haberler Google Haberler Google Haberler
ADVERTISEMENT

Dördüncü yılına giren Ukrayna Savaşı, Trump’ın ABD başkanlığını devralmasıyla birlikte yeni bir safhaya girdi. Trump yönetiminin küresel stratejisinin merkezinde Çin yer alıyor. Trump, ABD’nin tüm enerjisini Çin’le rekabete yönlendirmesi gerektiğini ve bu doğrultuda Rusya’nın Çin’den uzaklaştırılmasının şart olduğunu düşünüyor. Bu nedenle, bu stratejinin önündeki en büyük engel olarak gördüğü Ukrayna Savaşı’nı sona erdirmek, Trump yönetiminin öncelikli dış politika hedeflerinden biridir.

Trump, 20 Ocak’tan bu yana Rusya ve Ukrayna’yı müzakere masasına çekmek için baskı uyguluyor. Görüşmeler istediği hızda ilerlemese de bu baskı sayesinde taraflar, üç buçuk yıl aradan sonra ilk kez İstanbul’da yüz yüze bir araya geldi. Ancak ne Putin ne de Dışişleri Bakanı Lavrov zirveye katıldı; bu durum zirveyi baştan kadük bıraktı. Tarafların azami taleplerinde ısrarcı olmaları, görüşmelerin sonuç vermeden dağılmasına yol açtı.

İstanbul Zirvesi, Trump yönetiminin Ukrayna’da kısa vadede bir çözüm ve ateşkes sağlama hedefinin şu aşamada gerçekçi olmadığını gösterdi. Bu yazıda, İstanbul Zirvesi üzerinden Ukrayna Savaşı’nın geldiği son aşamayı analiz etmeye çalışacağız.

Ukrayna Savaşı, Biden yönetiminin Rusya ve Çin’i kuşatma stratejisinin bir parçası olarak, doğrudan ABD müdahalesiyle başlatıldı. Savaşın ilk ve en acil amacı, Rusya tehdidi üzerinden Avrupa Birliği’ni hizaya çekmek ve NATO’yu yeniden toparlamaktı. İkinci temel hedef ise Rusya’yı bu savaş yoluyla yıpratmak, mümkünse ağır bir yenilgiye uğratarak küresel hegemonya mücadelesinin dışına itmekti. 2014 sonrası askerî iş birliği ve silah sevkiyatlarının hız kazanması bu yönelimin hazırlıklarını görmek bakımından dikkat çekicidir.

Bu hedefler doğrultusunda Biden yönetimi, görev süresi boyunca savaşın sürmesi için kışkırtıcı ve saldırgan bir politika izledi. Rusya’nın güvenlik hassasiyetleri ve kırmızı çizgileri açıkça yok sayıldı; Ukrayna ordusu modern silah sistemleriyle donatıldı. Aynı süreçte, Rusya’ya yönelik kapsamlı ambargo paketleri yürürlüğe kondu. Üstelik Moskova ile Kiev arasında zaman zaman yeşeren ateşkes girişimleri de ABD tarafından sistematik biçimde sabote edildi.

ABD’nin bu stratejisi, savaşın uzamasına yol açarken aynı zamanda Avrupa’nın enerji krizine ve uluslararası dengelerin sarsılmasına neden oldu.

Trump’ın başkanlık koltuğunu devralmasıyla birlikte, ABD’nin Ukrayna politikasında belirgin ve köklü bir değişim yaşandığı gözlemleniyor. Bu değişimi tetikleyen başlıca neden, savaşın dördüncü yılında sahada ve diplomatik alanda tıkanma noktasına gelmesidir. Biden yönetimi döneminde yürütülen strateji, birçok açıdan hedefine ulaşmış durumdadır: Avrupa Birliği, Rusya tehdidiyle karşı karşıya bırakılarak yeniden ABD çizgisine çekildi; NATO canlandırıldı ve doğuya doğru genişletildi; Rus ordusu ciddi ölçüde yıpratıldı. Bu koşullar altında Trump yönetimi, mevcut dengeyi koruyarak savaşı sona erdirmeyi ve gözünü esas rakip olarak gördüğü Çin’e çevirmeyi hedeflemektedir.

Ancak ABD, Ukrayna savaşı aracılığıyla Rusya’yı hezimete uğratma hedefine ulaşamadı. Washington ve Brüksel, Rusya’nın belli bir süre sonra savaşacak kaynaklardan yoksun kalacağını, ağır ekonomik ambargolar ve askerî baskı sonucunda Ukrayna’dan geri çekilmek zorunda kalacağını hesaplamıştı. Fakat bu beklentiler boşa çıktı. Rusya, Çin’e yaslanarak ambargoların etkisini büyük ölçüde kırmayı başardı; aynı zamanda savaş sanayiini yeniden yapılandırarak sürdürülebilir bir askerî kapasite inşa etti.

Savaş uzadıkça Batı cephesinde “savaş yorgunluğu” her bakımdan belirginleşti. ABD ve AB’nin Ukrayna’ya sağladığı silah desteği giderek yavaşladı; insan gücü bakımından da Ukrayna ordusu ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kaldı. Bütün bu faktörler, savaşın başlarında stratejik hatalar yapan ve ağır kayıplar veren Rusya’nın, zamanla sahadaki dengeleri kendi lehine çevirmesini mümkün kıldı. Özellikle Ukrayna’nın 2024 yazında başlattığı büyük taarruzun başarısızlığa uğramasından bu yana, Rus ordusunun kademeli fakat istikrarlı ilerleyişi durdurulamıyor. Harkov ve Odessa gibi stratejik şehirler dahi Rus tehdidi altına girmiş durumda.

Bu süreçte ABD ve AB, Ukrayna’ya tanklar, savaş uçakları ve uzun menzilli füzeler sağlayarak Rus ilerleyişini durdurmayı denedi. Ancak bu adımlar da sonuç vermedi. Sonuçta, ABD egemenleri, doğrudan müdahil olmadıkları sürece Rusya’yı sahada durduramayacaklarını görmeye başladılar. Olası bir Rus zaferi ise ABD’nin Ukrayna savaşı vesilesiyle elde ettiği stratejik kazanımları yitirmesi ve Çin, İran, Demokratik Kore Cumhuriyeti gibi rakip aktörlerin cesaretlenmesi anlamına geliyor.

Bu tablo, ABD egemen sınıflarını Ukrayna’da politika değişikliğine gitmeye zorladı. Artık öncelikli hedef, savaş yoluyla elde edilen kazanımları koruyacak bir “ara çözüm” geliştirmekti. Bu çerçevede, savaşta yıpranan Biden’ın yerine, Rusya ile müzakere edebilecek, Putin ile diplomatik bir dil kurabilecek bir figür arayışı Trump’ın yeniden sahneye çıkışında etkili oldu. ABD egemenlerinin güçlü desteğiyle iktidara taşınan Trump’a, bu nedenle Ukrayna savaşını ABD’nin çıkarlarını koruyarak sonlandırma görevi verilmiş durumda.

Öte yandan Trump yönetiminin Rusya’ya dair genel stratejisi de Ukrayna politikasının değişiminde belirleyici oldu. Biden döneminde ABD, uzun vadede Çin’i ana tehdit olarak tanımlamış olsa da, kısa vadede Rusya’ya odaklanan bir strateji izlemişti. Çünkü AB’yi Çin’e karşı safta tutabilmek için, onları Rusya tehdidiyle hizaya getirmeye çalışıyordu.

Trump ise bu denkleme bambaşka bir yerden bakıyor. Onun gözünde, uzun vadeli ve gerçek tehdit yalnızca Çin’dir. Rusya ise küresel hegemonyayı sarsacak kapasitede bir güç değildir. Trump, Ukrayna savaşının Rusya’yı Çin’in kucağına ittiğini düşünüyor ve bundan ciddi bir rahatsızlık duyuyor. Çin’i dengelemek için Rusya’yı kazanmak ya da en azından tarafsızlaştırmak istiyor. Bu hedefe ulaşmanın ilk ve öncelikli adımı ise Ukrayna savaşının sona erdirilmesidir.

Nihayetinde Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasını ve politika değiştirmesiyle birlikte Ukrayna savaşı yeni bir aşamaya evrildi. Savaşı kendi çıkarları doğrultusunda başlatan ABD yine aynı gerekçe ile savaşı kazanımlarını koruyarak dondurma peşinde. Bu aşama, bir yandan sahada çatışma tüm şiddeti ile devam ederken, öte yandan Ukrayna’nın paylaşımı için masanın ABD tarafından kurulmaya çalışıldığı, pazarlıkların öne çıkması ile karakterizedir. Trump yönetimi bu yeni aşamada Ukrayna’yı Rusya ile bölüşmeyi planlıyor. Kendi kazanımlarının korunması kaydı ile Rusya’ya birtakım tavizler vermeyi de dışlamıyor. Trump’ın Putin’i çözüme ikna etmek adına Ukrayna’yı NATO’ya almama garantisi verdiği ve Kırım-Donbass’ı Rusya toprağı olarak tanıyabileceğini söylediği kamuoyuna yansıdı. Ukrayna’da esas parsayı kendisi toplasa da verdiği birtakım tavizlerle Rusya’yı Çin’den uzaklaştırabileceğini de hesaplıyor. Öte yandan ABD, bu yeni aşamada AB’yi Ukrayna’dan tamamen dışlayan bir politika izliyor. Trump’ın askeri anlamda ABD’ye bağlamaya devam etmeleri halinde, küresel siyaset arenasında etkili bir aktör olamayacaklarını iyice anladılar ve yeniden silahlanma yoluna girdiler.

Trump, başkanlık koltuğunu devraldığı 20 Ocak’tan bu yana Ukrayna Savaşı’nı sona erdirmek adına yoğun bir baskı süreci yürütüyor. Bu doğrultuda ilk adım olarak Rusya ile diplomatik ilişkiler yeniden kuruldu. Bu süreçte Trump bir yandan Putin’le sık sık doğrudan görüşmeler gerçekleştirdi, diğer yandan ise Moskova’ya yeni yaptırımlar uygulamakla tehdit ederek baskı politikasını çok yönlü yürüttü. Diğer cephede ise Ukrayna yönetimi üzerindeki baskıyı artırdı. Özellikle masaya oturmaya direnen Zelenski’ye yönelik açık bir siyasi mesaj vermekten çekinmedi: Beyaz Saray’da kameralar önünde azarlayıp aşağılayarak diplomatik teamülleri hiçe saydı; askeri yardımları durdurdu ve desteğini çekti.

Tüm bu baskıların sonucunda, savaşın başlamasından bu yana geçen üç buçuk yılın ardından Ukrayna ve Rusya, ilk kez İstanbul’da yüz yüze görüştüler. Ancak görüşmelerin hem düzeyi hem de seyri Trump’ın istediği yönde bir çözümün ne kadar zorlu olduğunu gösterdi. Zirveye ne Putin ne de Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov katıldı; bu da baştan itibaren görüşmelere sınırlı bir anlam yükledi. Nitekim görüşmeler, tarafların kendi azami taleplerinde ısrar etmeleriyle kısa sürede sonuçsuz kaldı.

Trump’ın öngördüğü çözüm, savaşın taraflarınca şu aşamada kabul edilebilir bir seçenek olarak görülmüyor. Ukrayna yönetimi, ABD’nin Rusya’ya vereceği olası tavizlerden ciddi biçimde endişeli. Bu tavizlerin uzun vadede Ukrayna’nın yutulmasıyla sonuçlanabileceği korkusunu taşıyorlar. Zelenski, toprak tavizi vermek zorunda kalacaksa bile en azından NATO üyeliği gibi bir güvence talep ediyor. Öte yandan, masanın dışında bırakılan AB emperyalistleri ise Ukrayna üzerinden Trump’ın planlarını boşa çıkarmak için devreye girdi. Özellikle Almanya ve Fransa gibi aktörler, Zelenski’yi savaşa devam etmesi için teşvik ediyor, onu müzakere sürecinden uzak tutarak pazarlıkları sabote etmeye çalışıyor.

Normal koşullarda ABD’nin politikalarına direnme kapasitesi olmayan, doğrudan Batı’nın vesayeti altındaki Zelenski yönetimi, bu AB desteği sayesinde Trump’ın öngördüğü çözüme karşı direnç gösterebiliyor. Zelenski, Rusya ile yürütülen müzakerelerde sürekli olarak taleplerini yüksek tutarak görüşmeleri çıkmaza sürüklüyor. Böylece hem ABD’nin baskısını bertaraf etmeye hem de masanın dışında kalmak istemeyen AB’nin desteğini canlı tutmaya çalışıyor.

Rusya, Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasından ve Ukrayna politikasındaki değişimden fazlasıyla memnun. Trump’ın yaklaşımının Ukrayna’yı zayıflattığını, AB ile gerilimlere yol açarak NATO içindeki çatlakları derinleştirdiğini net biçimde gözlemliyor. Bu gelişmeler sahadaki üstünlüğünü pekiştiriyor ve Moskova’ya stratejik avantaj sağlıyor. Bu koşullarda Kremlin, mevcut dengelerden azami fayda sağlama hedefiyle hareket ediyor ve daha fazla toprak kazanımı peşine düşüyor.

Bu nedenle, Rusya bir yandan Trump’ı zor durumda bırakmamak adına masaya açıkmış izlenimi veriyor, zaman zaman kısa süreli ateşkes ilan ederek diplomatik esneklik gösterisi yapıyor. Ancak öte yandan, Putin yönetimi de müzakerelerde maksimalist taleplerle süreci çıkmaza sürüklüyor. Böylece hem zamana oynayarak sahadaki ilerleyişini sürdürüyor hem de süreci uzatarak ABD ile AB arasındaki güvensizlik ve çıkar çatışmalarının derinleşmesini hedefliyor.

Nitekim İstanbul’da gerçekleşen ilk yüz yüze görüşme, bu taktiklerin etkisini açıkça ortaya koydu. Görüşmeler daha baştan kadük kaldı; zira Putin’in bizzat katılmaması ve gönderilen heyetin düşük profilli oluşu, Rusya’nın zirveye ne denli sınırlı önem atfettiğini gösterdi. Bu durumu gerekçe gösteren Ukrayna da ilk etapta zirveye katılmadıysa da, ABD’nin baskısıyla daha sonra masaya oturmak zorunda kaldı.

Ancak her iki taraf da görüşmede maksimalist pozisyonunu korudu. Rusya, Herson ve Zaporijya gibi bölgelerin tamamen boşaltılmasını ve Ukrayna’nın silahsızlandırılmasını talep etti. Ukrayna ise herhangi bir toprak tavizine kesinlikle yanaşmayacağını bildirdi. Sonuç olarak, taraflar arasında somut bir ilerleme sağlanamadı; görüşmeler yalnızca sembolik bir esir takası anlaşmasıyla sınırlı kaldı. Bu durum, bir kez daha Ukrayna’da kısa vadede ne bir çözüm ne de kalıcı bir ateşkesin mümkün olduğunu gösterdi.

Önümüzdeki dönemde Trump yönetiminin müzakere masasını yeniden kurma çabalarını sürdürürken sahada çatışmaların yeniden tırmanması olasılığıyla karşı karşıya olduğu görülüyor. Trump her ne kadar kamuoyuna “Anlaşma sağlanmazsa çekiliriz” mesajı verse de ABD’nin Ukrayna’ya tamamen sırtını dönmesi mümkün değil. Ukrayna’nın Rusya’ya bırakılması, ABD’nin bu savaş vasıtasıyla elde ettiği stratejik kazanımları yitirmesi ve Avrupa’daki dengelerin Washington aleyhine dönüşmesi anlamına gelir. Bu nedenle Trump, her ne kadar doğrudan savaşa angaje olmayı istemese de, ilerleyen süreçte Rusya üzerindeki baskıyı artırabilir, yeni yaptırımlar devreye sokabilir.

Emperyalistler, Ukrayna’yı paylaşıp çıkarlarını maksimize etmek için sahada ve masada amansız bir kavga veriyor. Bugünkü tabloya göre kazanan açık: ABD. Avrupa Birliği’ni hizaya soktu, NATO’yu genişletti, Ukrayna’nın zengin yeraltı kaynaklarını talan etti. Rusya ise ilk kayıplarını, stratejik bölgeleri ele geçirerek kısmen telafi etmeye çalışıyor. Ancak bu kavgada asıl kaybeden, emperyalistlerin çıkar hesapları uğruna kanları akıtılan Ukrayna ve Rus emekçileridir. Kapitalistlerin dünya egemenliği devam ettiği sürece, halkların kanı bu çapul savaşlarında dökülmeye, emekçiler ise sömürülmeye devam edecek.

Tags: abdçinRUSYATrumpukrayna
ShareTweetSendShareScanSend
Önceki Yazı

Maoist liderler Sudhakar ve Bhaskar katledildi

Sonraki Yazı

Tokat’ta köylülerden siyanürlü maden aramasına karşı eylem

Related Posts

Çevre

Antakya yanıyor: Müdahale yetersiz!

1 Temmuz 2025
Emek

Özel sektör öğretmenlerinin Ankara yürüyüşüne polis saldırdı

1 Temmuz 2025
Güncel

Isparta’da baraj projesine karşı çıkan köylülere jandarma saldırdı

30 Haziran 2025
Güncel

23. İstanbul Onur Yürüyüşü’ne katılan 3 kişi tutuklandı

30 Haziran 2025
Güncel

Bodrum S Tipi Hapishanesinde bir tutsak yaşamını yitirdi

30 Haziran 2025
Güncel

Diyarbakır’da Sivas Katliamı anması yapıldı

29 Haziran 2025
Sonraki Yazı

Tokat'ta köylülerden siyanürlü maden aramasına karşı eylem

Hakkımızda

Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi; işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: [email protected]

2024 Yeni Demokrasi – Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi | işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: [email protected]

  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
  • Tüm Haberler

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler

Copyleft 2020, dizayn yeni demokrasi
İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz:[email protected]