19 Ağustos, Salı
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle

Anasayfa » Tüm Gericiliği Besleyen Emperyalizmi Yıkalım

Tüm Gericiliği Besleyen Emperyalizmi Yıkalım

19 Ağustos 2025
içinde KOLEKTİF DOĞRULTU, Yazılar
Facebook'ta PaylaşX'te PaylaşWhatsappTelegram
Google Haberler Google Haberler Google Haberler
ADVERTISEMENT

Toplumcu düşüncenin üstünlüklerinden ve insanlığın sömürüsüz, sınırsız bir geleceği inşa edebilmesi için taşıdığı zorunluluktan söz ettik. Bugün bu düşüncenin en kapsamlı ifadesinin Marksizm-Leninizm-Maoizm olduğunu savunuyoruz ve bu savununun her an yeniden üretilmesi gerektiğine dikkat çekiyoruz. Bu savunuyu kime karşı, hangi koşullar altında ve hangi yöntemlerle yapacağımız ise özel bir önem taşıyor. Bu yazının temel meseleleri de bunlardır.

Bugün tüm dünyada kapitalist sistemin egemenliği söz konusudur. Kapitalist üretim tarzı tüm dünyaya yayılmış, dünyada girmediği hiçbir pazar bırakmamıştır. Girdiği her yerde, finans kapitalin ihtiyaçları doğrultusunda en gerici sınıflarla, üretim ilişkileriyle ve anlayışlarla birleşerek şekillenmiştir.

Bu durumun temel nedeni, kapitalist sistemin ulaştığı tekelci aşamadır. Emperyalizm girdiği yerlere ne demokrasi ne de özgürlük taşır; tersine, tekellerin hegemonyası aracılığıyla kendi bünyesindeki tüm çürümüşlüğü ve çelişkileri dünyanın dört bir yanına yayar. Lenin’in “mali sermayenin ve tekellerin çağı” olarak tanımladığı çağımız, tam da bu niteliği ifade eder. Bu nedenle emperyalist zincire eklemlenmiş ülkelerde somut politik rejim ne olursa olsun, belirleyici olan şey bütünüyle gericiliktir. Kapitalizmin içerdiği tüm çelişkiler, geri bıraktırılmış ülkelerde katmerlenerek yaşamın her alanında kendini gösterir.

EMPERYALİZM VE TOPLUMSAL SORUNLARIN KAYNAĞI

Bugün ülkemizdeki hemen her toplumsal sorunun kaynağında, çürümüş ve asalak kapitalizmin iğrenç kokusuna, derin bir yozlaşmayla birleşmiş kültürüne rastlamak mümkündür. Elbette her toplumsal sorunun kaynağının doğrudan emperyalizm olduğunu iddia etmiyoruz. Emperyalizmin getirdiği ve yaydığı sayısız sorun vardır; ancak bu, tüm sorunların yalnızca ondan kaynaklandığı anlamına gelmez. Buna rağmen, neredeyse her sorunda emperyalizmin etkisi hissedilir. Dahası, bu sorunların önümüzde “aşılmaz bir bataklık” gibi durmasının esas nedenidir emperyalizm. Devrim gerektiren bu bataklığın koruyucusu, sürdürücüsü ve besleyicisi emperyalizmin ta kendisidir.

Bu gerçeklik uzun bir süredir dile getirilmemiş, görmezden gelinmiş, hatta başlangıçta açıkça inkâr edilmiştir. Egemen sınıfların, halk düşmanı faşistlerin ve gericilerin bir zamanlar sahte bir biçimde sarıldıkları “anti emperyalizm”, yakın zamana dek en hafif ifadeyle “romantik bir söylem” muamelesi görmekteydi. Ancak bu durum son dönemde değişmeye başladı. Emperyalizm, tüm karanlığıyla sahneden inmediğini ispatlamaktadır; tarihin derinliklerine gömüldüğü sanılan gerici ve çağdışı akımlarla birleşmiş olan emperyalizm insanlığa bir kez daha zorlu ve çetin bir savaşın eşiğinde olduğunu hatırlatmaktadır.

“BATI MEDENİYETİ”NİN GERİCİ ÇÖZÜLÜŞÜ

“Batı medeniyeti” hakkında öğretilen hemen her olumlu şeyin, aslında onun bugünkü değil, dünkü gerçekliğine ait olduğunu görüyoruz. Bu medeniyetin doğurduğu; ama neden olduğu büyük yıkımla birlikte “dışladığı” faşizmin gene bu medeniyet tarafından mevcut iktidarların bir parçası haline getirildiğine tanıklık ediyoruz. Avrupa’nın birçok ülkesinde, açıkça faşist görüşleri savunan; hatta geçmişin lanetli faşist liderlerinin torunlarını iktidara taşıyan çürümüş bir medeniyetle karşı karşıyayız. Avrupa’nın karşı kıyısında, bu aynı medeniyetin öte yakasındaki Donald Trump’ı bu sürecin en güçlü figürü olarak aldığımızda emperyalizmin yalın ve saldırgan gerçekliğini teyit eden bir örnekle karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Tutumları, açıklamaları, ilişkileri, politikaları ve suçlarıyla emperyalist sistemin karakterini gözler önüne sermektedir. Adlarını tek tek anmaya gerek olmayan diğerleri de ondan aşağı kalır değildir.

Emperyalizm kana susamışlığıyla, sömürüye ve talana bitmek bilmeyen arzusuyla tüm dünyadaki, dolayısıyla ülkemizdeki kötülüklerin, yozluğun, gericiliğin, cehaletin ve sefaletin kaynağıdır. Tüm dünya halklarını bu kaynağı kurutmaya çağıran Anti Emperyalist Birliği oluşturarak Maoistler emperyalizmin, kendini ve kendisiyle birlikte dünyayı bir mahvoluşa sürüklemeden yıkılabilmesinin biricik yoluna işaret ettiler. Bu birliğin bize ve dolaylı olarak dünya halklarına söylediği net bir şey var: nasıl bir gericilikle ve baskıyla karşı karşıya olursanız olun onu alt etmenin yegâne yolu emperyalizmin tahakkümünü kırmaktır. Tüm sorunlarımızın kaynağında bu meşum organizasyon vardır. O, insanlığın toplumsal gelişimi önündeki en büyük engeldir. Hiçbir sorun emperyalizm engeli anlaşılmadıkça anlaşılmayacaktır ve emperyalizm engeli aşılmadıkça aşılamayacaktır.

KOMÜNİST KİMLİK VE PRATİK YÖNELİM

Anti emperyalizmin kapsamına ve genel yönelimine dair görüşlerimizi, Anti Emperyalist Birliğin programıyla birlikte ortaya koyduğumuzda, önümüzde yürünecek açık bir yolun varlığına dikkat çekmiştik. Bu yolda “kendi kimliğimizle” yürüyebilmenin önemine — hatta belirleyici niteliğine — vurgu yaparak tüm anti emperyalist, anti feodal ve anti faşist hareketleri, olanaklar dâhilinde eğilimleri de etkileyebilecek tutarlı ve amaca bağlı bir çizginin gerekliliğini ortaya koyduk. Kuşkusuz, bu açıklamalar teorik ve programatik düzlemdedir. Asıl mesele, bu çizginin pratiğe geçirilmesidir.

Peki, bu nasıl mümkün olacaktır?

KAPSAYICILIK

Defalarca dile getirdiğimiz gibi, proleter devrimci bir programın kapsayıcı olması onun özünden kaynaklanır; aksi halde zaten proleter bir nitelik taşımaz. Çünkü proletarya, insanlığın “sınıflı toplum evresinin” son sınıfıdır. Burjuvazi karşısında ezilen bir sınıf olarak devrimci karakter kazanan proletarya, kendini sömürüden ve sınıf tahakkümünden kurtardığında, sınıflı toplum evresine de son vermiş olacaktır. Kendisiyle birlikte tüm sınıflı toplumlar tarihini sona erdirecek olan bu sınıf, bu nedenle yalnızca burjuvaziye karşı değil, aynı zamanda “sonuna kadar” — yani kendine de son verecek ölçüde — devrimcidir. Sözünü ettiğimiz kapsayıcılık da tam olarak bu özden beslenir.

Bu durumun belirli bir söylemin değil, devrimci programın bütünlüklü ve ilkesel niteliğinin bir sonucu olduğuna özellikle dikkat çekmek istiyoruz. Bilindiği gibi komünistler, her türlü akımı, düşünceyi ve eylemi sınıfsal özüyle birlikte ele alırlar; sınıflardan bağımsız bir “irade”nin var olamayacağını savunurlar. Bu da demektir ki komünistler her iddiayı mutlak surette bir özneye, günümüzün sınıflı toplumlar gerçeğinden de hareketle bir sınıfla temellendirir veya açıklarlar. Örneğin, kapitalist toplumun tarihsel olarak şekillenmesinde belirleyici rol oynayan sınıf burjuvazidir; dolayısıyla bu toplumun ideolojik, siyasal ve ekonomik yapıları da burjuva sınıfının çıkarları doğrultusunda biçimlenmiştir. Kapitalist mülkiyet ilişkilerinin yeniden ve yeniden üretilmesiyle şekillenen kapitalist toplumda burjuvazi her bir burjuvanın bireysel ihtiyaçlarına göre değil, sınıfın ihtiyaçlarına göre şekillenir ve bir sınıf egemenliği gerçekleştirir. Bireyler de bu egemenlik içinde hareket ederler. Mülkiyet ilişkileri içinde bir burjuva olup bireysel dünyasında burjuva olmaktan “vazgeçen” biri sadece bireysel bir tercih yapmış olur ve asla toplumsal bir dönüşüme neden olmaz. Her burjuva için kapitalizm onun içine doğduğu dünyadır ve bu sistemin üretim ilişkileri onu belirler. Bu, Marksist teorinin temel taşlarından biridir. Materyalist tarih anlayışına göre toplumsal ihtiyaçlar, kararlar, ideolojiler, kurumlar ve hatta ahlaki değerler toplumların maddi üretim koşullarıyla şekillenir. Bu görüş, “varlık bilinci belirler” formülüyle özetlenir. Marks bu konuda şöyle der: “İnsanların düşünceleri, görüşleri ve anlayışları — kısacası bilinci — onların maddi yaşam süreçlerinden, yani gerçek üretim ilişkilerinden doğar. İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.” (Karl Marks, Alman İdeolojisi)

Bu bağlamda, toplumların neyi ihtiyaç olarak gördükleri ya da hangi kararları aldıkları, onların maddi üretim tarzlarına ve sınıfsal yapılarına bağlıdır. Örneğin, bir köleci toplumda “özgürlük” ihtiyacının anlamı başka, bir kapitalist toplumda başkadır; çünkü bu toplumların maddi temelleri ve sınıf ilişkileri farklıdır.

MADDİ TEMEL VE NİTELİK

Proletaryanın sınıf gerçekliği, hareketimizin temelini kavramada belirleyici bir unsurdur. Hemen her ilkemizin, iddiamızın ve ihtiyacımızın gerisinde, proletaryanın bir sınıf olarak taşıdığı özgün nitelikler yatar. Komünist bir harekette disiplin, “proleter disiplin”; demokrasi, “proleter demokrasi”; özgürlük, “proleter özgürlük”; savaş, “proleter savaş”; barış ise “proleter barış”tır.

Elbette, komünist bir hareketin yalnızca söylemi değil, eylemleri de çelişkiler karşısında aldığı tutumlar da proleter bir nitelik taşır ya da taşımalıdır. “Sonuna kadar devrimci” bir sınıfın mücadelesini yürüten komünist partinin de niteliği aynı şekilde “sonuna kadar devrimci” olmalıdır ki, onun proletaryanın maddi koşullarından, onun gerçek üretim ilişkilerinden beslendiğine inanılabilsin.

Proleter bakış açısından yükselen anti emperyalist mücadelenin kapsayıcı niteliğini, proletarya sınıfının maddi yaşam koşullarından hareketle anlamak gerektiğini söylerken de bu anlayışa dayanıyoruz. Hepimizin aklına şu itirazın gelmiş olması muhtemeldir: “Proletarya mı kaldı? Kapitalizm bambaşka bir toplumsal düzen yarattı ve hâlâ da değiştirmeye devam ediyor.” Bu söylemin bir manipülasyon içerdiğini bir kez daha vurguluyoruz.

Kapitalizmin tekelci aşaması olan emperyalizmin temel niteliklerinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. Lenin’in Emperyalizm çalışması okunduğunda da görülecektir ki, son yüzyılımız emperyalizmin dört temel özelliğinin çeşitli biçimlerde tekrarlanmasından ibarettir. Elbette maddi yaşam koşulları sürekli değişmektedir; kapitalist üretim sürecinin yeni ürünleri, toplum üzerindeki burjuva tahakkümünün de yeni biçimlerini üretmektedir.

Bu koşullar altında, proletaryanın “kendiliğinden mücadelesi” ideolojik düzeyde her defasında geriye düşmekte, birliğini kalıcı bir siyasî başarıya taşıyamamaktadır. Ancak komünistler bu yolun sonuçsuz olduğunu en başından beri dile getirmemişler miydi? Marks ve Engels’ten başlayarak özellikle vurgulanan proletaryanın zaferi için bir komünist partiye, çizgiye, örgütlü bir harekete duyulan “zorunlu” ihtiyaç tam da bu sorunun yanıtıdır.

Ve elbette, bu ihtiyaç basit bir “eğitim” süreciyle karşılanamaz. Bu, ciddi ve kapsamlı bir ideolojik mücadeleyi zorunlu kılar.

Anti emperyalist mücadelenin gelişmesi ve başarıya ulaşması için proleter sınıf bakış açısının zorunlu olduğunu söylüyoruz. Bu bakış açısını, yalnızca mücadeleyi yönlendirmek için değil, tüm anti emperyalist eylemlerin birliğini sağlamak için de savunuyoruz. Çünkü proleter hareket, özü gereği bu birliğin savunucusu, kurucusu ve öznesidir.

Bu tanımı yapmak ve bu temelde harekete geçmek, pratik mücadelenin başlangıç noktasıdır. Sözünü ettiğimiz türde bir anti emperyalist mücadeleyi başka hiçbir sınıftan — dolayısıyla başka hiçbir toplumsal hareketten — bekleyemeyiz. Peki bunu dile getirdiğimizde “dışlayıcı” bir tutum mu almış oluyoruz? Hayır. Aksine, en baştan kim olduğumuzu, amacımızı ve başarı ölçütümüzü açıkça ortaya koymuş oluyoruz. Bu, kendimizi “komünist” olarak tanımlamak kadar doğrudur ve gereklidir.

Komünist ustaların yaptığı budur; bizim de yaptığımız ve yapmamız gereken tam olarak budur. Maoizm’in ulaştığı düzey, Marksizm-Leninizm’in bir başarısıdır ve kuşkusuz ondan ayrı değildir. Ama aynı zamanda onun ilerletilmiş, geliştirilmiş biçimidir. Bunun inkârı, tarihsel ve maddi gerçekliğin reddidir. Anti emperyalist mücadelenin başarısı da Maoizm’in rehberliğinde mümkündür. Bu, “Maoist olunmadan anti emperyalist olunmaz” demek değildir; demek istediğimiz şudur: Anti emperyalist mücadelenin başarısı, ancak proleter sınıf bilincine yaslandığı ölçüde mümkündür. Ya bu bilince en gelişmiş haliyle sahip olup “sonuna kadar devrimci” bir sınıfın pratiğini üstlenirsiniz; ya da bu bilince kısmen sahip olur, buna bağlı olarak kısmi ilerlemeler kaydedersiniz. Bu, bizim düşüncemizdir. Ve düşüncelerimizi, siyasal görüşlerimizi açıklamaktan çekinmemeliyiz. Aksine, bunlar bizim için “örgütlenmesi” gereken düşüncelerdir ve dolayısıyla olabildiğince geniş kesimlere yayılmalıdır. Buradaki esas mesele, öncelikle bizim buna ikna olmamızdır. Çekinmeden doğruyu, bilimsel olanı ve gerçekleşmek zorunda olanı açıklamak, bir devrimcinin temel niteliklerindendir. Proletaryanın devrimci bakış açısı ise bu konuda hiçbir kararsızlığa tahammül etmez.

MÜTTEFİK VE ÖNDERLİK AYRIMI

Anti emperyalist mücadele küçük burjuvazi başta olmak üzere çok geniş bir toplumsal kesimi içerir. Küçük burjuvaziden hareketle yukarıdaki görüşümüzü daha somut bir içeriğe kavuşturabiliriz. Son proleter devrimler çağının bize küçük burjuvazinin devrimci pratiği hakkında öğrettiği çok şey vardır. Bununla birlikte Marksizm-Leninizm-Maoizm en başından itibaren küçük burjuvazinin “katlanılabilir bir sınıflı toplum” içinde hareket ettiğini söyler. Küçük burjuvazinin tüm devrimci söylemi nihayetinde onun sınıf karakteriyle sınırlanır. Bunu Marks Komünistler Birliği’ne yazdığı mektupta1 olabildiğince somut anlatır: “Tüm toplumu devrimci proleterler için devrimcileştirmeyi arzulamaktan çok uzak bulunan demokratik küçük-burjuvazi, toplumsal koşulların mevcut toplumu kendisi için olabildiğince katlanılabilir ve rahat hale getirecek bir değişiklik için çabalar. Böylece bunlar, her şeyden önce, bürokrasinin azaltılması ve belli başlı vergilerin büyük toprak sahiplerine ve burjuvaziye kaydırılmasıyla devlet harcamalarının kısılmasını isterler. Ayrıca, kamusal kredi kurumları ve tefeciliğe karşı yasalar aracılığı ile büyük sermayenin küçük sermaye üzerindeki baskısına son verilmesini isterler ki, bu sayede kendilerinin ve köylülerin, kapitalistler yerine devletten elverişli koşullarla avanslar alabilmeleri olanaklı olacaktır; feodalizmin tümüyle tasfiye edilmesiyle kırsal bölgelerde burjuva mülkiyet ilişkilerinin kurulmasını da isterler. Bütün bunları gerçekleştirmek için, kendilerine ve müttefiklerine, köylülere, çoğunluğu kazandıracak olan ya anayasal ya da cumhuriyetçi bir demokratik devlet yapısına gerek duyarlar; komünal mülkiyetin ve halen bürokratlar tarafından yürütülmekte olan bir dizi işlevin doğrudan denetimini onlara verecek bir demokratik komünal yapıya da gerek duyarlar.

“Sermayenin egemenliği ve hızlı artışı, kısmen veraset hakkının sınırlandırılmasıyla ve kısmen de olabildiğince çok sayıda iş alanının devlete aktarılmasıyla daha da etkisizleştirilecektir. İşçilere gelince, bunların, daha önce de olduğu gibi, ücretli işçiler olarak kalacakları kesindir; demokratik küçük-burjuvazi, işçiler için, olsa olsa daha iyi bir ücret ve daha güvenli bir yaşam arzular ve bunu da devlet tarafından yapılacak kısmi istihdamla ve yardımseverce önlemlerle gerçekleştirmeyi umar; kısacası bunlar, az çok üstü örtülü sadakalarla işçileri satın alabilmeyi ve durumlarını o an için katlanılabilir hale getirerek işçilerin devrimci güçlerini kırabilmeyi umarlar.”

Küçük burjuvazinin bütünü değil; ama sınıf siyaseti izleyenlerce konu edilen buradaki taleplerin ve ideallerin nihayetinde bütün küçük burjuvalardaki eğilim olduğunu da Marks şöyle açıklar: “Küçük-burjuva demokrasisinin burada özetlenen istemleri, küçük-burjuvazinin bütün kesimleri tarafından aynı anda öne sürülmüyor; bunların yalnızca çok az bir kısmı bu istemlerin bütünlükleri içinde kesin amaçlar oluşturduklarını düşünüyor. Bunlar arasından tek tek bireyler ya da kesimler ne denli ileri gidecek olurlarsa, bu istemlerden o denli çoğunu kendi istemleri haline getirirler ve kendi programlarını yukarda ana hatları verilenlerde bulan birkaçı da, kendilerinin böylelikle devrimden istenebileceklerin azamisini ortaya koyduklarına inanabilirler.”

Ve ekler Marks “Ama bu istemler proletaryanın partisi için asla yeterli olamaz.” (Marks-Engels, Seçme Yapıtlar c. 1, s: 169) 

Bizim anti emperyalist mücadeleye ilişkin yaklaşımımız, burada ifade edilen Marksist yöntemin özel bir uygulamasıdır. Küçük burjuvaziyi bu mücadelede bir müttefik olarak görmekle birlikte, önderliğin proleter sınıf bilincine dayanması gerektiğini savunuyoruz.

Feodal, faşist, şoven, ırkçı ve ataerkil tüm sınıf düşmanlarını etkili biçimde hedef almak ve bu güçleri gerçekten alt edecek bir anti emperyalist mücadele hattı kurmak, proletaryanın ideolojik, politik ve örgütsel önderliğini gerektirir.

Anti emperyalist mücadelenin kapsamı ve bu mücadelede önderliğin karakteri üzerine ısrarla durmaya devam edeceğiz. Toplumsal sorunların kaynağında emperyalizmi görüyoruz; bu nedenle, bu sorunlardan doğrudan etkilenen kesimlerin karşısına emperyalizmi yalnızca teşhir edilecek değil, alt edilmesi gereken bir güç olarak koymak zorundayız. Bu ise, ancak proleter bir stratejiyle mümkündür. 

1Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı, Marks ve Engels tarafından 1850 Mart’ının sonlarında, yeni bir devrimci dalganın geleceğinden hâlâ umutvar oldukları bir sırada yazılmıştır. Yaklaşan devrimde proletaryanın teori ve taktiklerini geliştirirken Marks ve Engels, küçük burjuva demokratlarından ayrı olarak, bağımsız bir proletarya partisinin kurulması gereğini vurgulamaktadırlar. Çağrıdaki temel yönlendirici düşünce, özel ve yeni bir toplum kuracak olan devrimin sürekliliği düşüncesidir. Merkez Komitesinin Çağrısı, Komünist Birlik üyeleri arasında gizli olarak dağıtılmıştır. Tutuklanan bazı Birlik üyelerinin üzerinden çıkan bu belge, 1851’de Alman burjuva gazetelerinde ve polis görevlileri Wermuth ve Stieber tarafından yazılan bir kitapta yayımlandı.

Tags: emperyalizmgericilik
ShareTweetSendShareScanSend
Önceki Yazı

Kamu emekçileri Dersim’de iş bıraktı

Sonraki Yazı

ETHA’nın X hesabına erişim engeli getirildi

Related Posts

Yazılar

Devrimi Gerçekleştirmek Ancak İlkeli Yürüyüşle Mümkündür!

18 Ağustos 2025
Dünya

Gazze’nin Çetin Savaşı: Açlık ve Bombalar Arasında Bitmeyen Umut

16 Ağustos 2025
Dünya

2. Trump Dönemi Çatırdıyor

15 Ağustos 2025
İZLENİM

Toprakla, Emekle ve Kendimizle Yüz Yüze

15 Ağustos 2025
Güncel

Egemenlerin Krizi: Halka ve Doğaya Savaş

14 Ağustos 2025
Kadın

Kadının Beyanı Neden Esastır? -III

8 Ağustos 2025
Sonraki Yazı

ETHA'nın X hesabına erişim engeli getirildi

Hakkımızda

Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi; işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: [email protected]

2024 Yeni Demokrasi – Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi | işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: [email protected]

  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
  • Tüm Haberler

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler

Copyleft 2020, dizayn yeni demokrasi
İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz:[email protected]