“Sermaye var olunca, toplumun tümü üzerinde egemenlik kurar ve hiçbir demokratik cumhuriyet, hiçbir oy hakkı onun niteliğini değiştiremez.” (Lenin)
Egemenlerin sözde “demokrasi” oyununu bile yerine getiremedikleri bir yerel seçim sürecinden geçtik. Bu yerel seçim sürecinde bir dizi kirli politikalara, kayyım politikası üzerinden saldırılara, faşist argümanlarla halkın kutuplaştırılmasına maruz kaldık. Ekonomik kriz ve halkın yoksulluğu kimi seçim tartışmalarına argüman yapılsa da tüm düzen partileri halkın sömürüsünde ortaklaştığı için kimse işçi sınıfı ve halkın önünü açacak söylemlerden uzak durdular. Yerel seçim sürecini böylesi bir ortamda geçirdik. Peki işçi sınıfı bu yerel seçimlerin neresinde duruyordu?
TC’nin kuruluşundan bu yana var olan işçi düşmanlığı AKP iktidarı ile birlikte daha da katmerlenmiştir. İşçi-emekçilerin kazanımlarına saldırılar gündemden düşmemektedir. Taşerona kadro aldatmacası ve emeklilikte yaşa takılan büyük bir kesimin mağduriyeti ortadadır. Yine bu dönemde kıdem tazminatına saldırılar gündemdedir. İşçilerin de ödediği primlerle oluşturulan “İşsizlik Sigortası Fonu” teşvik adı altında sermayeye peşkeş çekilmektedir. Özelleştirilen fabrikalar ile birlikte işçilerin güvencesiz ve kölece çalışma koşulları daha da katmerlenmektedir.
“Sendika hakkı” da AKP iktidarının reform paketleri gibi yalnızca bir yazılı yasadan ibarettir. Sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işçiler işinden atılmaktadır. Buna karşın devlet işten atan patronu korurken direnişe geçen işçilere ise baskı ve tehditlerle saldırmaktadır. “Bizimle beraber grev denilen olaylar ortadan kalktı” diyen Tayyip Erdoğan ve AKP döneminde toplam 16 grev yasaklandı. İş cinayetleri her geçen gün artarak devam etmektedir. İşsizliği “iş beğenmeme” olarak tanımlayan egemenler, “geçinemiyoruz, açız” diyerek ölüme giden yoksullara da gözünü kulağını kapamaktadır. Ekonomik ve siyasi krizlerinin bilincinde olan egemenler oluşacak bir kitle hareketinin önünü kesmek için saldırılarını da gittikçe yoğunlaştırmaktadır. Yine bu doğrultuda işçi sınıfına gözdağı vermek amacıyla TEKEL direnişine 9 yıl aradan sonra dava açmışlardır. KHK’lar ile binlerce emekçi işlerinden atılarak açlığa mahkum edilmiştir.
Yerel seçimlerden sonra egemenler zamlara yoğunlaşmıştır. Yeniden sayım ve mazbata tartışmalarının arkasına gizlenerek zamlar ve işten çıkarmalar yoğunlaşmış durumdadır. Seçim sonrası ilk zam yüzde 37 oranıyla elektriğe yapılmıştır. Bu zammı takiben bazı sigara gruplarına da 2 TL zam yapılmıştır. Bu zam furyasının yanısıra Mart ayı enflasyon oranı yüzde 19.71 olarak açıklanmıştır. En yüksek artış sağlık grubunda gerçekleşmiştir. Onu takiben ikinci sırada yüzde 2,44 artışla gıda grubu olmuştur. Mart ayında en yüksek zam ise yüzde 43,81 bibere yapılmıştır.
“Tanzim satışlar” sürecinde 2 liraya satılan soğan bugünlerde 10 TL’yi bulmuştur. Emine Erdoğan ise boynundaki 50 bin dolarlık kolye ile “tüketim kültürümüzü gözden geçirmeliyiz” diye açıklama yaparak adeta emekçilerle dalga geçmiştir. İşçi sınıfı açısından değerlendirirsek sanıyoruz ki artık soğan da yemeyin denmek isteniyor (!) İşçi sınıfının gerçek gündemi bu zam silsilesinde açlık ve yoksulluktur. AKP-MHP, CHP-İYİP tarafından oluşturulan ikili faşist ittifak grupları, iktidar kavgalarıyla, karşılıklı “zafer” nidalarıyla işçi sınıfının gerçek gündemi ve sorunları gözlerden uzak tutulmaya çalışılmaktadır.
İşçi düşmanlığı konusunda AKP’den farksız olmayan CHP, büyükşehirlerdeki belediye kazanımlarını, kendinden bağımsız gördüğü faşizm karşısında bir zafermiş gibi göstermekte, işçi sınıfını da kendi burjuva sınıf “zafer”ine alet etmek istemektedir. Seçimlerden sonra egemenlerin krizin yükünü işçi-emekçilere daha çok zam ve artan faşist saldırılarla yıkacağı ortadadır. Hakim iktidar bir yandan şoven söylemleriyle işçi sınıfının bir kesimini egemenliği altında tutmaya çalışırken, kendisine muhalif olan diğer bir kesimi ise “terörist, Fetöcü” olarak yaftalamaktadır. Diğer yanıyla hakim sınıflar ise işçi sınıfını sistem içinden çıkarmadan faşist CHP’ye yedeklemek istemektedir.
AKP ve CHP’nin niteliğinin aynı olduğunu bilen ve kavrayan biz komünistlerin görevi; ikili faşist ittifaklar arasına sıkıştırılmış olan işçi sınıfına alternatifsiz olmadığını göstermek, düzen partilerinin niteliğini ve işçi düşmanlıklarını ortaya koymaktır. Faşizmin ya da işçi düşmanlığının seçimler ile geriletilemeyeceğini, sorunun sistem sorunu olduğunu kavratmalıyız. En geri kitlelere dahi giderek onları kendi sınıfsal çıkarları ve özgürlükleri için örgütlülüğe teşvik etmeliyiz. KP önderliğinde örgütlemeyi hedeflemeli bunu kısa vadede başaramayacağımız en geri kitlelerde ise işçi sınıfının öz örgütlülüklerinde örgütlenmeyi teşvik etmeliyiz.
Ekonomik ve siyasi krizin önümüzdeki dönemde de ciddi yansımaları olacağı şimdiden görülmektedir. İşçi sınıfı ve halkın yeniden seçimlere ve hakim kliklerden birine bağlanmaya çalışıldığı bugünkü süreçte, komünistlerin asıl gündemi potansiyel işçi ve kitle hareketlerine öncülük etmek, bu hareketlere hazırlanmaktır. İşçi sınıfının sendikal mücadelesi yükseltilmeli, işçi sınıfını düzen partilerinin faydacı politikalarına yedekleyen işbirlikçi çizgilere karşı mücadele yükseltilmelidir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 11 Nisan tarihli 33. sayısından alınmıştır.