Koronavirüs salgınının tüm gündemi domine ettiği aylar yavaş yavaş geride kalmaktadır. Ancak virüs salgınının yarattığı ekonomik, sosyal, politik kriz koşulları dünyayı daha fazla etkilemeye devam etmektedir. Salgından dolayı oluşan olağan koşulların, tedbirlerin ve temkinli durumun “normalleşme” tartışmaları daha güçlü yapılmaktadır. Ancak salgın hız kesmeden ABD, Brezilya ve tüm Latin Amerika’yı merkez haline getirerek Hindistan, Rusya’da da yaygınlaşarak devam etmektedir. Avrupa’da salgının şu aşamada kısmen kontrol altına alındığı görülmektedir. Türkiye ise salgının yayılmasını bir türlü durduramazken bir yandan ise salgın koşulları yokmuş gibi hareket etmeye devam etmektedir.
Ancak kapitalist-emperyalist sistem ve tüm dünya normalleşme adımını adeta “sürü bağışıklığı” politikasına geçiş yaparak hayata geçirmektedir. Alınan tedbirler sürekli gevşetilmekte, salgın üzerinden yaratılan korku ve endişe iklimi egemen güçler tarafından hafifletilmekte ve elbette geniş kitleler salgının pençesine daha acımasız şekilde bırakılmaktadır. Çünkü var olan salgından dolayı sağlık tedbirleri ve bir bütün sağlık sisteminde ezilenler lehine hiçbir iyileşme durumu yaratılmamıştır. Emekçilerin yaşamını idame ettirmek için kendi başına alacağı tedbir ise söz konusu değildir. Bu bağlamda normalleşen yaşam, normalleşen çalışma koşulları içinde salgınla baş başadır.
Emperyalist güçler ve onların uşağı gerici rejimler ise hem ilişkilerin de, hem yönelimlerinde hem de çıkarlarına odaklanan iç ve dış politikada normalleşmeye çoktan başlamışlardır. Uzak Asya’dan Ortadoğu’ya, Doğu Avrupa’dan Akdeniz ve Kuzey Afrika’ya uzanan alan boyunca emperyalist güçler arasındaki mücadele ve gerginlik hız kazanmaktadır. Çin-ABD, Rusya-ABD, ABD-AB (Türkiye bağlamı da var) ve AB emperyalistleri arasında pazar mücadelesi ve politik çelişki tırmanmaktadır. Asya Pasifik’te ABD ile Çin arasındaki gerginlik tırmanış gösterirken Çin’in Ortadoğu ve Afrika’daki politik gelişmelere ilgisi daha fazla artmaktadır. ABD, “Tek Kuşak Tek Yol” ile sermaye ihracını yoğunlaştıran Çin’i daha fazla hedef haline getirmektedir. Trump salgının nedeni olarak Çin’i hedef gösterip psikolojik savaşı tırmandırırken bu yaklaşımını daha fazla geliştirmektedir. ABD diğer yandan Afganistan, Suriye, Libya ve Doğu Avrupa’da Rusya ile çelişkilerini daha fazla tırmandırma ve keskinleştirme ve Rusya’nın kazanımlarını aşındırma peşindedir.
BÖL, PARÇALA VE İDARE ET, KRİZLİ SİSTEMİ DERİNLEŞTİR!
Suriye, İran ve Rusya’yı kuşatacak “Sezar Yasası” denen ekonomik ambargo ve saldırıyı içeren düzenleme Haziran ortasından itibaren ABD’de yürürlüğe girmiştir. İlk deneme ise Suriye üzerinde olmuştur. Suriye’yi ekonomi silahı ile zayıf düşürme hesabı yapılmaktadır. Buna paralel olarak ABD’nin sadık uşağı Türkiye, Suriye ve Rojava’da işgal ettiği yerlerde özellikle de şu aşamada politik dengeler açısından önemli bir yerde duran İdlip’te, kendi parasını yürürlüğe koyan bir rejim inşa etme peşindedir. ABD Suriye’de “Sezar Yasası”nı “rejimi değiştirme değil rejimin davranışlarını değiştirme” (James Jefry) eksenli kullanmaktadır. Ancak Türkiye’nin işgal ettiği alanlardaki politikayla birlikte düşünüldüğünde Suriye’nin bölünmesine dair tüm zeminin hızla örgütlendiği görülmektedir. Bu bağlamda Rojava özerk yönetiminin hala ABD eksenli çizgiye demirlememiş olması bir sorun olarak çıkmaktadır. Çünkü Suriye’nin bölünüp, parçalı hale getirilmesi için Rojava’nın rejim ile ekonomik-siyasi tüm çelişkilerinin daha fazla keskinleşmesi zorunludur. Bu eksende yaşanan sorunlardan birisi Türk devletinin tarihsel Kürt düşmanlığı ve korkusudur. Türk devleti, Kürtlerin kazanımlarını dağıtmak ve ABD’nin Suriye’deki politikasında birincil ve belirleyen aktör olmak için tüm savaş gücünü devreye sokmakta, belirleyici politik aktör rolüne kavuşmak için uğraşmaktadır. Bu politika aynı zamanda Rojava’nın askeri ve siyasi kuşatmasını de içermektedir. Fakat Rojava’da istediği kazanımları elde edemeyen TC, tüm odağını İdlib’e vermiştir. Hala yoğun bir askeri yığınak yapmakta, İdlib’de cihadistler arasındaki iç sorunları çeşitli biçimlerde çözüme kavuşturma hesabı yapmaktadır. Bir yandan da Rusya’yı ABD ile birlikte dengeleme mücadelesi vermektedir. Fakat gelişmeler parçalanmış bir Suriye gerçekliği ve zemini üzerinde ilerlemektedir. Rejimi terbiye ederek Rusya’yı sıkıştırarak bu durumu bir politik denge olarak de-fakto hale getirme çabası söz konusudur.
Libya’da da gelişmeler parçalanmış bir Libya gerçekliğine doğru koşar adım gitmektedir. Tüm emperyalistlerin ve bölgenin gerici devletlerinin sahada olduğu Libya’da mücadele kızışmaktadır. Özellikle Avrupa Birliği devletlerinin Libya politikasında parçalanmışlığı, ABD’nin uşaklarının (Türkiye ile BAE-Suudi-Mısır arasındaki çelişki) Libya politikasında uyuşmazlığı buradaki mücadeleyi daha karmaşık hale getirmektedir. Türk devleti Suriye’de olduğu gibi Libya’da da çıkarları için askeri konumlanış içindedir. Bu bağlamda tam bir seferberlik hali söz konusudur. Bu bağlamda Akdeniz-Libya hattında çelişkinin merkezine kendisini koymuştur. Fransa, Rusya, Mısır, Yunanistan başta olmak üzere birçok güç ile karşı karşıya geleceği tüm politik karşıtlıklar söz konusudur. Bir bütün olarak Türk devletinin Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar izlediği politika politik çelişkilerin ve askeri çatışmaların merkezine oturma yönlüdür. Bu bağlamda ABD emperyalizminin yönelimini de belirleyen aktör olma hevesi ve isteği onu iştahlı ve etkin kılmaktadır. Bu alanlardaki güç dengelerinin değişimi ve dinamikleri ise bugünden yarına oturacak gibi değildir. Bu bağlamda Türk devletinin yazdığı başarı hikayelerinin hamasetten ve izlediği saldırganlık politikasına meşruiyet kazandırmaktan başka bir karşılığı yoktur.
SİSTEMİ MERKEZİLEŞTİR, MUHALEFETİ PARÇALA VE “ÇOKLULAŞTIR”!
Türk hakim sınıfları dış politikadaki saldırganlığına içerde de ara vermeksizin devam etmektedir. Muhalif olan her şeyi dağıtma, parçalama ve sindirme ana eksendir. Bu temelde klik çatışmalarında sertlik düzeyi hiç düşmemektedir. Yine devrimci, demokratik, yurtsever ve ilerici kesimler sistematik bir imha ve baskı altındadır. Fikir özgürlüğünün kırıntıları dahi kalmamış durumdadır. AKP-MHP bloğu sosyal medyanın denetiminden, meslek örgütlerinin parçalanmasına kadar her türlü düzenlemeyi hayata geçirme peşindedir. Kendisi için sorun olan her şeyi parçalamak, zayıf düşürmek istemektedir. “Çoklu baro” düzenlemesi bu anlamda bir saldırı paketinin başlangıcı olarak da değerlendirilebilir. Politik ve ekonomik krizin derinleşmesine paralel olarak saldırıların yoğunlaşacağı, dış politikada yaşanacak krizin ağır faturasının içerde işçi, emekçilere kesileceği açıktır. Kürt ulusal mücadelesine ve ulusal haklara yönelik savaş ya da barış biçimine bürünecek tasfiye saldırıları ise devam edecektir.
Çelişkilerin boyutu, yönetme noktasında sürekli artmakta büyüyen sorunlar sınıf mücadelesi için ciddi olanaklar sunmaktadır. Egemenlerin aldatma, manipülasyon ve kendine yedekleme siyasetine ve emekçileri “iyileştirme” siyaseti içinde baskılama politikasına karşı iktidar perspektifli politik konumlanış, buna uygun mücadele biçimi ve savaş stratejisi bu süreçte hayati önemdedir. Komünistler tüm çelişki ve sorunları bu perspektifle ele alarak konumlanmalıdır.
* Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 9 Temmuz 2020 tarihli 65. sayısından alınmıştır.