Tamamen bilinçli, öngörülü ve planlı olarak tezgahlanan 6-7 Eylül olayları, Cumhuriyetin vitrininde duran büyük şehirlerdeki etnik unsurların da son bir hamleyle yok edilmeleri girişimiydi. Devlet, bu politikasını hem o günlerde sürdürülmekte olan Kıbrıs görüşmelerinde bir şantaj, hem de İstanbul ve İzmir’in “gayrimüslim” halklarından kurtulma için bir fırsat olarak kullandı.
Olayları “Komünist tahriki” diye sunmakla da dış tepkileri önlemeye çalıştığı gibi ve sosyalistlere yeni saldırı bahanesi yaratarak bir taşla bir kaç kuş vurmaya çalıştı. Bu olaylar tüm sonuçlarıyla TC’nin temel devlet politikalarına hizmet etti. Saldırılar, M. Kemal’in Selanik’te doğduğu eve Yunanlılarca bir bomba atıldığı haberinin 6 Eylül günü radyodan okunması ve bu haberin “İstanbul Ekspres” adlı akşam gazetesinin 2. baskısında duyurulmasıyla “start” almış oldu.
Örgütlendirilmiş ve kışkırtılmış kalabalıklar tarafından Taksim, Arnavutköy, Ortaköy, Karaköy, Eminönü, Sirkeci, Gedikpaşa, Çarşıkapı, Kumkapı ve Bakırköy de aralarında olmak üzere 52 yerde birden aynı anda çıkarılan yangınlarla tarihi, ulusal, kültürel ve sanat varlıkları bir gecede yakılıp kül edildi; yıkıldı, yağmalandı. Ellerine kazma, kürek, balyoz ne bulmuşsa kırılıp dökülecek Rum, Ermeni evi, işyeri arayan gruplar şehrin dört bir yanında sabaha kadar terör estirdi. Rum ve Ermeni hastanelerine bile saldırılarak yangınlar çıkarılmış, “gayrimüslim” mezarlıkları açılarak cesetler sokaklarda sürünür olmuştu.
Çok sonraları resmi kayıtlarda 3 ölü 30 da yaralı olduğu açıklandı. Basın üzerindeki resmi ve gayrı resmi sansür, mezarların açılıp ölülerin bile caddelerde sürüklendiği bu olaylarda gerçek insan kaybının verilmediğini gösteriyor. Buna rağmen birçok gazete “bazı küstahların linç edildiğini” yazmaktadır. 6-7 Eylül olaylarındaki gözle görülür ilke, tüm görgü tanıklarının da belirttikleri üzere polislerin ve saldırganların “Cana bir şey gelmeyecek, yalnızca kırılıp dökülecek” demeleridir. Bu da hedefin ve yöntemin dikkatlice seçildiğini göstermektedir.
Devlet, Kıbrıs bunalımı karşısında Türkiye’deki Rum nüfusu “rehine” olarak kullanacağının işaretini vermiş; dahası Kıbrıs’ı kaybetme olasılığına karşı içerdeki Rum ticaret ve kültürünü tasfiye ederek etnik homojenleşme yolunda keskin bir adım daha atmıştır.
Varlık Vergisi’yle birlikte ekonomik etkinliklerinin büyük kısmı Türk burjuvazisi tarafından ele geçirilen gayrimüslimler; 6/7 Eylül’le birlikte yalnız ekonomik yaşamdan değil, sosyal ve kültürel yaşamdan da tamamen tasfiye edilmişlerdir. 1950’li yıllarda 800 veya 1 milyon civarında olan Rum ve Ermeni nüfusu, bu korku ve terör ortamı nedeniyle yaşanan göçler sonucu bugün neredeyse yok gibidir. General Yirmibeşoğlu’nun “amacına da ulaştı” dediği şey bunlardır. 6-7 Eylül’de içe, Kıbrıs’ta dışa doğru gelişmenin bir iç bağlantısı vardır; 1964 Bağımsız Kıbrıs’ta Yunanistan’la birleşme politikasının ağırlık kazanmasına karşılık; İstanbul’da Rum ve Ermenilere ait gayri menkul ve Vakıf mallarının alınıp satılmasına konan ambargoyla; 1974’de Kıbrıs’ın işgal edilmesiyle İstanbul’da kalmakta direnen Rumların da mal mülklerini bırakarak Yunanistan’a göç etmeleri ile sürmüştür.
Sicili katliam, kıyım ve yıkımla dolu olan TC devleti kitleler nezdinde teşhir olmuştur ve istediği kadar “yalan tarih” yazdıradursun ne gerçeklerden ne de tarihe karışmaktan kurtulamayacaktır.