Devletin, bir politikası haline gelen, gerilla cenazelerine, mezarlıklara dönük saldırısı; halkın değerlerini yok etmeye çalışmasına dair İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri ile röportaj gerçekleştirdik.
YENİ DEMOKRASİ- “Çözüm süreci”nin ardından devletin ilk saldırıları, cenazelere ve mezarlıklara oldu. Neden ilk hedef, mezarlıklar ve cenazeler oluyor?
GÜLSEREN YOLERİ- Çözüm süreci; halkın barışa ihtiyaç duyan kesiminde güçlü bir barış umudu yaratmış, başlangıçta barış istemeyen kesimlerinde ise çözüm sürecinde çatışmaların ve dolayısı ile asker ölümlerinin durması, görünürde de olsa ekonomik istikrarın güçlenmesi, toplumsal stresin gerilemesi ve güven duygusunun yükselmesi barış fikrine eğilimi güçlendirmişti.
Çözüm masasını devirerek savaş politikalarına geri dönmek devlet için sorun olmadı. Ancak, çözüm sürecinin bitmesi görünüşte ani bir şekilde gerçekleştiğinden, bir yandan toplumda oluşan barış umudunun, barışa dair olumlu düşünce ve duyguların da hızla ortadan kaldırılması, öte yandan düşmanlık duygularının, savaş ve çatışmadan yana eğilimin güçlendirilmesi gerekiyordu. Bu yüzden çok sert politikalar uygulamaya konuldu. Katliamlar, sokağa çıkma yasakları sırasında yaşanan ağır saldırılar, insanların katledilmeleri, göç ettirilmeleri, kentlerin yakılıp yıkılması, tarihi ve kültürel değerlere yapılan ağır saldırılar gerçekleştirildi.
Devamında cenazelere ve mezarlara yapılan saldırılar geldi. Bir anlamda halkın özellikle Kürtlerin sinir uçlarına saldırdılar, manevi değerlerini hiçe saydılar ve hiçbir inançta, hiçbir kültürde hoş görülmeyecek, savaş hukukunda bile kabul edilmeyecek bir saldırıyı gerçekleştirdiler.
Kabul edilmesi, sineye çekilmesi imkansız bir şey yapmış oldular. Bu aynı zamanda bir aşağılama değersizleştirme davranışıydı çünkü. Sadece Kürtlerin gözünde değil, Kürtlere düşmanca bakan kesimlerin gözünde de Kürtlerle eşit bir yaşam fikrini tamamen bitirebilmek için bu değersizleştirme politikasından medet umuldu belli ki.
Kürtlerde oluşan barış umudunu böylece kırdılar. Barışa eğilim duyan diğer kesimleri direk baskıya daha az maruz kaldı ama Kürtlere yapılanlar üzerinden tehdit çok büyüktü ve barışın gerçekleşmeyeceği fikri böylece bu kesimde de kabul görmüş oldu.
Böylece sadece barış fikri ya da umudu zarar görmedi, düşmanlık fikri ve duygusu da güçlendirildi. Böylece devletin savaş politikalarını hayata geçirmesi kolaylaştırılmış oldu.
YENİ DEMOKRASİ- Bu saldırı politikalarını devlet tüm kurumlarıyla yürütüyor aslında. Bu süreçte devlet Adli Tıp Kurumları’na nasıl bir rol biçiyor?
YOLERİ- Adli Tıp Kurumu (ATK) bağımsız bir kurum değil. Dolayısıyla tarafsız da değil. Adalet Bakanlığı’na bağlı bir devlet kurumu. İşlevini yerine getiriyor aslında. Özellikle kritik dönemlerde, siyasetin ihtiyaç duyduğu neredeyse her zaman siyaseten faaliyet yürütüyor, kararlarını bu baskıyla veriyor. Bu siyasi tahakküme karşı çıkan yöneticilerine yönelik açılan dava ve yapılan karalamalar da bu görüşü doğruluyor aslında.
YENİ DEMOKRASİ– Garzan Mezarlığı’ndan 282 cenaze çıkarılıp kaldırımlara gömüldü, yüzlerce cenaze ATK’larda ya da kimsesizler mezarlığında. DNA eşleştirme süreci aileler için bir işkenceye dönüştürülüyor. Bu süreçte neler yaşanıyor ve devlet açısından neler hedefleniyor?
YOLERİ- Çözüm sürecinin bitmesi ile birlikte çatışmalarda ölen gerillaların defnedildikleri mezarlıklar da bir bir saldırıya uğradı, tahrip edildi biliyorsunuz. Oysa bu mezarlıklar devletin gözü önünde kurulmuş, bu mezarlıklara devlet kurumları defin izni vermişti. Garzan mezarlığında sadece saldırı olmadı, cenazeler de mezarlarından çıkarıldı ve çıkarılan kemikler ATK’ya gönderildi DNA incelemesi için. Defin ruhsatı olan cenazeler de vardı cenazeler arasında.
Aileler büyük bir manevi üzüntü yaşadı tabii ki. Manevi değerleri her aşamada yeniden yeniden zedelendi. DNA eşleşme süreci uzadıkça bu tahribat arttı. Son olarak cenazelerin Kilyos Kimsesizler Mezarlığı’nda yol kenarına istiflenmesi ile manevi değerlere yönelik bu tahribat tarif edilemez bir boyuta varmış oldu. Büyük bir üzüntü ve insanlık değerlerinin sorgulandığı bir süreç yaşanıyor halihazırda.
YENİ DEMOKRASİ- Bu süreçte nasıl bir ortak hatta buluşulmalı? Demokratik kitle örgütleri ve insan hakları örgütleri neler yapıyor, neler yapmalı?
YOLERİ- Yaşananlar; barış umudunun, barış fikrinin yerini hayal kırıklığına, düşmanlığa savaş politikalarına bırakması ile sonuçlanmış oldu.
Cenazelere ve mezarlara yapılan bu saldırılar ise; manevi değerler, kültürel değerler, insani değerler ve hukuk normları hiçe sayılarak gerçekleştirildi. Bir halkın değerleri ile itibarıyla oynandı, geçmişine ölülerine hakaret edilerek gelecek umutları kırıldı. Ama bu saldırı aslında insanlığa yapılmış, insan onuruna yapılmış bir saldırıydı ve Kürtlerin dışındakilere gösterilen bir sopaydı aynı zamanda, size de aynını yaparız dendi bir anlamda.
Tablo böyleyken ailelerin yanında bir avuç insan hakları savunucusu bir avuç hukukçudan başka kimse yok. Bu saldırıya karşı bir yandan etkili bir hukuk mücadelesi verilmeye çalışılıyor, bir yandan kamuoyu yaratılmaya çalışılıyor.
Yapılan açıklamalara muhalif dernek ve oluşumların temsilcileri geliyor tabii ki ama toplumsal bir destek ve dayanışma örgütlenemiyor. Böylesine insani bir meselede ortak bir hat yaratılamamış olmasında, halen devletin kavramlarıyla düşünüyor olmamızın etkisi olabilir diye düşünüyorum. Cenazelerin çoğunluğunun gerilla cenazesi olması, meselenin insani özünü perdeliyor belki de. Tam iki buçuk yıllık uzun bir süreçte bir toplumsal sahiplenme yaratılamamış olması toplumsal muhalefetin kendisini bu açıdan sorgulamasını gerektirir.