Son dönemde “yargı paketi” ile de gündeme gelen adalet sorunu, oldukça tartışmalı konuların arasında yer alıyor. AKP’nin iktidarını korumak adına izlemiş olduğu politikalar adaletin yalnızca egemen sınıflar için geçerli olduğunu gözler önüne seriyor. Burjuva adaletinin bu iki yüzlülüğünden hakim sınıflar arası iktidar dalaşında güçsüz olan hakim klikler dahi nasibini alıyor. AKP’nin Demokles’in kılıcı olarak kullandığı adalet CHP tarafından kitleleri kendi etrafında toparlamanın bir aracı olarak kullanılıyor. AKP karşıtlığının en güçlü argümanı olarak adalet sorunu sürekli gündemde tutulmaya çalışılıyor. Diğer yandan reformistler ve kimi devrimci siyasetler adalet sorununda CHP politikasıyla aynı söyleme düşerek düzen içi sınırlara hapsolmaktadır. Kitlelere burjuva adalet anlayışı içinde “adalet” arayışı vaadedilmektedir. Bu nesnel durum adalet sorununda sınıfsal bakışın ne olduğuna dair temel noktaları vurgulamayı, dolayısıyla bu konuyu ele almayı zorunlu hale getirmiştir.
Esasında kendisinden önceki tüm sistemlerde olduğu gibi emperyalist-kapitalist sistemde de adalet ve hukuk olguları hakim sınıfın çıkarını korumak için vardır. Tüm kanunlar, yasalar vb. özü itibariyle ekonomik altyapının, hakim üretim ilişkilerinin üzerinde yükselir. Misyonları bu ilişkinin sorunsuzca ve düzenli bir biçimde sürmesini sağlamaktır. Dolayısıyla her dönemin, tüm insanların ortak bir adalet anlayışı yoktur. Tam tersine her sınıfın kendi ekonomik, siyasal, sosyal çıkarları doğrultusunda bir adalet anlayışı vardır. İktidarı elinde tutan sınıf, bunu korumak adına devletin mekanizmaları aracılığıyla kendi adalet anlayışını kurumsallaştırır. Bu adalet anlayışının içerdiği hukuk, yargı, yasalar vb. düzeni korumak ve devamlılığını sağlamak adına devletin zor aygıtlarından (aynı zamanda ideolojik) biridir. Bugün hakim konumda bulunan burjuva adaletinin misyonu da budur. Bu sebeple sistemin özünü oluşturan artı-değer sömürüsü burjuva adaletinde gayet “adildir.” Dünya zenginliğini nüfusun yüzde 1’in elinde tutması, yüzde 99’un ise yoksulluğa mahkum olması da. Bu anlayışta kağıt üzerinde herkes eşittir. Lakin yaşamın kendisinde veya sınıflı toplumlarda bu eşitlik sözde kalmaktadır. Yasalar, cezalar, yaptırımlar gerçekte mülkü korumak için ezilenlere karşıdır. Hukuk-yargı ile çizilen sınırlarla halkın sosyal yaşamı, sistemin ihtiyaçlarına göre düzenlenir. Siyasal anlamda baskı altında tutulur. Ki ezilenler, emekçi halk sınırları aşmasın, düzene başkaldırmayı aklından bile geçirmesin. Buna rağmen başkaldıranlar burjuva adalet çerçevesinde “en ağır suçu” işlemiş olup, “en ağır” biçimde cezalandırılır.
TC’nin kuruluşundan bu yana hakim sınıfların ve devletin adalet anlayışının özü de bu olmuştur. Tüm mahkeme salonlarında “adalet mülkün temelidir” yazar. AKP de bu özü olduğu gibi korumuştur. Bugün AKP’nin yaptığı gibi yargı kurumunda kadrolaşma, yargı gücünü klik dalaşında sopa olarak kullanma, gerektiğinden kendi koyduğu hukuk ve yasaları çiğneyecek kadar pervasızlaşma burjuva adalet anlayışının dışında değildir. Bunları ilk yapan da AKP değildir, son yapan da AKP olmayacaktır. Egemenler açısından esas olan kendi çıkarlarıdır, gerisi teferruattır.
Dolayısı ile bilince çıkarılıp çıkarılmamasından bağımsız olarak halkın özlemini duyduğu adalet anlayışı bu anlayıştır. Durum böyle iken son dönemde CHP başta olmak kaydıyla diğer düzen partileri “hak, hukuk, adalet” sloganıyla halkı aldattıklarının altının çizilmesi gerekir. CHP’nin, AKP’nin adalet anlayışının da temelini oluşturan burjuva adaletine, zerre itirazı yoktur. Zira CHP’nin de misyonu hakim sınıfların çıkarlarını korumak, devletin devamlılığını sağlamaktır. Bu misyonu o denli benimsemiştir ki sistemdeki her aksaklığın tamirini kendine görev saymaktadır. Bugün de AKP’nin yargıyı hayrına kullanma şeklinin sistemin adalet anlayışını bozduğundan, burjuva adaletinin gerçek yüzünü tüm çıplaklığı ile açığa çıkardığından rahatsız olmaktadır. AKP’nin uygulamalarının kitleler nezdinde, sistemin adalet mekanizmalarına dönük öfke ve güvensizlik yarattığını görmektedir. Bu nedenle kitlelere adalet çağrısı yaparak, burjuva adalet anlayışını yeniden tesis etmeye çalışmaktadır. Yaşanan sorunları “AKP’nin bazı aşırı uygulamalarıymış ve yargıyı ele geçirmesiymiş” gibi göstererek, bir bütün burjuva adaletinin halkın hedefi haline gelmesini önlemeye gayret etmektedir. Kitleleri arkasına yedekleyerek alacağı güçle sistemin adalet anlayışını aklayıp, halka kabul ettirmenin hesabını yapmaktadır. Başka bir ifadeyle ezilenlerin kendi adalet anlayışını unutturmaya çalışmaktadır. Bu şekilde AKP’nin yargıdaki kadrolaşmasını dengeleyebileceğini, klik dalaşında AKP’nin yargı gücünü kendisine karşı sopa olarak kullanmasını engelleyebileceğini düşünmektedir.
Birçok reformist kesimin ve kimi devrimci çevrelerin “adalet talebi” ekseninde geliştirdikleri söylem ve pratikleri burjuva reformist niteliktedir. Dolayısıyla CHP’nin “hak, hukuk, adalet” söylemiyle aynılaşmaktadır. Sorun burjuva adaletinin kendisinde değil de bir egemen kliğin (AKP’nin) adalet mekanizmalarını “ele geçirmesinde” görülünce kaçınılmaz sonuç liberal burjuva değerlere saplanmak oluyor. O zaman burjuva adaletinin şu ya da bu biçimi arasında tercih yapılır, bir başka egemen klikle (CHP) “adalet” peşine düşülür. Sonuçta halkın kendi adalet ya da proleter adalet anlayışı bir kenara atılmış olur. CHP ile veya onunla aynı noktada, adalet arayışı liberal-reformist savruluşun dip noktasıdır. Lakin bu savruluşun daha inceltilmiş biçimleri de mevcuttur. O da sanki mümkünmüş gibi bu düzen içerisinde “adalet istiyoruz” taleplerinin yükseltilmesidir. Ezilenlerin anlayışını terk edip, burjuva adaletinin “en demokratik” biçimde uygulanmasını istemek ve amaçlaştırmak, esasında ezilenleri burjuvazinin insafına bırakmaktan, kuzuyu kurda teslim etmekten başka bir anlama gelmez. Ve de bu tavırdan devrimci bir anlam çıkartılamaz. Halkın talepleri, halkın safında olanların mücadelesi ile karşılanabilir, burjuva sistemin araçları ile değil. Proleter ideoloji burjuva adaletinin her türlüsünü reddeder, teşhir eder, burjuva adaletin “düzgün” bir şekilde uygulanmasını talep etmez- savunmaz, kendisine bunu şiar edinmez. Tüm bunlar proleter ideoloji yerine liberal ideolojinin değerlerinin savunur hale gelmek demektir.
MLM’ler liberalizmin bu etkilerine karşı her daim uyanık olmak zorundadır. Elbette komünistler, halkı örgütlemenin kolaylaşması açısından nasıl ki faşizme karşı burjuva demokrasisini tercih ederlerse, burjuva adaletinin mümkün olan “en demokratik” biçimde uygulanmasını kerhen isterler. Lakin adalet sorununun devrim sorunu olduğunu bir an bile akıldan çıkarmazlar. Bu sebeple halkın bilincini bulandıracak, proleter ideolojinin aşınmasına yol açacak, burjuva adaletinin şu ya da bu biçimi arasında tercih yapma anlamına gelecek her türlü söylem ve pratikten kaçınırlar. Bu tür söylem ve pratiklerle amansız bir mücadele verirler. Bu eksende burjuva adaletinin her türlüsünün halk düşmanı özünü teşhir etmekten bir an bile geri durmazlar. Bu düzen içerisinde kendilerinin istediği adaletin mümkün olmadığını bıkmadan-usanmadan halka anlatırlar. Halkın adalet özleminin bu kadar yakıcı hale geldiği, düzen partilerinin, reformist ve revizyonistlerin bu özlemi burjuvaziye kanalize ettiği bugünkü koşullarda, komünistlerin bu görevine dört elle sarılması ve proleter adalet anlayışını haykırması elzem hale gelmiştir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 14 Kasım 2019 tarihli 48. sayısından alınmıştır.