21 Mayıs’ta gerici Hint devletinin saldırısında ölümsüzleşen Hindistan Komünist Partisi (Maoist) Genel Sekreteri Basavaraj’ın daha önce doğanın talanına yönelik gerçekleştirdiği röportajı yayımlıyoruz. Bu röportaj faşist Hint ordusunun Hindistan ormanlarını nasıl talan ve yağmaya açtığını göstermektedir. Aynı zamanda “Yeşil Av”, “Kagaar” operasyonları ile yerinden edilen Adivasililer ve yerli halkların nasıl saldırıya uğradığını açıklıyor. Kagaar Operasyonu ile faşist Hint ordusunun özellikle Maoistlerin hakimiyeti altında yer alan Chhattisgarh, Jharkand gibi bölgelerde askerî operasyonlarını neden gerçekleştirdiğine dair de bilgilere yer veriyor.
21 Mayıs’ta ölümsüzleşen Basavaraj’ın röportajının tamamı şöyle:
Soru: Partinizin ve PLGA’nın (Halk Kurtuluş Gerilla Ordusus) faaliyet gösterdiği birçok bölge, biyolojik çeşitlilik açısından çok zengin ve nadir, önemli bitki ve vahşi yaşam türlerine ev sahipliği yapıyor. Partinizin bu bölgelerin korunması konusundaki tutumu nedir ve daha geniş anlamda kapitalist-emperyalist çevre tahribatına karşı duruşu nedir?
Cevap: Partimizin liderliğindeki devrimci hareketin faaliyet gösterdiği bölgeler biyolojik çeşitlilik açısından zengindir. Sayısız ağaç, yeşil ormanlar, sürekli akan nehirler, tıbbi bitkiler, orman hayvanları, çeşitli kuş türleri, memeliler, böcekler, nehirler, su hayvanları, amfibiler (ekzotermik hayvanlar .çn), yüzlerce balık türü, ormanlardan elde edilen çok sayıda küçük orman ürünü, çeşitli kökler, meyveler, çalılar ve meyve veren ağaçlar, geleneksel yöntemlerle korunan binlerce pirinç türü, bakliyatlar ve yağlı tohumlar bol miktarda bulunmaktadır. Uzun süredir, emperyalistler ve iş birlikçi bürokratik kapitalistlerin, bu değerli, muhteşem ve eşsiz doğal biyolojik çeşitliliğe büyük bir tehdit oluşturduğu görülmektedir. Sömürücü egemen sınıfların anti halkçı, emperyalist destekli politikaları nedeniyle bu biyolojik çeşitlilik ve çevre tahrip edilmektedir. Doğa, birkaç yerli ve yabancı büyük sömürücünün kârı uğruna yok edilmemelidir. Doğal denge korunmalı, çevre korunmalı ve doğal zenginlikler ile kaynaklar, insanların yaşam koşullarını iyileştirmek için dengeli bir şekilde kullanılmalıdır. Çevre koruma, doğal denge ve insanların yaşam koşullarının iyileştirilmesi birbirine bağlıdır. Kapitalist emperyalizmin yağmasına karşı sürekli mücadele etmeliyiz. Yeni Demokratik Devrim, bu soruna kalıcı bir çözüm için temel oluşturacaktır.

Emperyalist çok uluslu şirketlerin (MNC) ülkemizin biyolojik çeşitliliğini nasıl yok ettiğine dair birkaç örnek verebiliriz. Dr. Richaria, 1950’ler ve 60’larda Chhattisgarh ve Madhya Pradesh’teki yüzlerce köyden, binlerce çiftçiden 22.000’den fazla pirinç türü ve 1800’den fazla yapraklı sebze topladı ve bunların genetik materyallerini Raipur’daki Indira Gandhi Ulusal Tarım Üniversitesi’nde korudu. Bunlar arasında daha az suyla büyüyen, daha az veya daha fazla ot veren, güzel koku yayan, uzun, kısa, her mevsimde yetişen türler vardı. Ancak bu pirinç türlerinin genetik materyalleri, ülkemizin iş birlikçi yöneticilerinin desteğiyle ABD ve diğer ülkelerin çok uluslu şirketleri tarafından çalındı. Bu şirketler, bu tohumları Manila’daki Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü’nde (IRRI) geliştirdiklerini iddia ederek IR36, IR-72 gibi isimlerle Hindistan ve diğer ülkelere satıyorlar. Çiftçileri her yıl tohum için bu şirketlere bağımlı hale getiriyorlar.
Bu kadar çok tohum türünün geliştirilmesi ve korunmasının ardındaki gerçek hikâye oldukça ilginçtir ve dünya bunu bilmelidir. Chhattisgarh köylüleri, Akti adında bir festival düzenler. Bugünde, tüm gençler Kolatam oynar ve her evden pirinç toplar. Toplanan ürünleri köyün ortak arazisine ekerler. Doğal olarak, bu süreçte yeni tohum türleri ortaya çıkar. Bu ürünleri ayrı ayrı toplar ve ekerler. Böylece her yıl her köyde yeni özelliklere sahip tohumlar geliştirilir. Her köy bir tarım laboratuvarına, her çiftçi bir tarım bilimcisine dönüşür ve böylece binlerce pirinç tohumu türü geliştirilir. Ülkede geliştirilen ve bu kadar çeşitliliğe sahip olan pirinç tohumları, iş birlikçi hükümetlerin desteğiyle çok uluslu şirketler tarafından çalınmış ve sahiplenilmiştir. İç kesimlerdeki kabile bölgelerinde hâlâ yüzlerce yerel pirinç tohumu, bakliyat, kök, yapraklı sebze, sebze, meyve tohumu ve benzerleri bulunmaktadır. Bunların şirketlerin eline geçmesini önlemek için güçlü bir korumaya ve muhafazaya ihtiyacı vardır.

1990’da da Syngenta adlı birçok uluslu şirket, yönetimle iş birliği yaparak çeşitli tohumların genetik materyallerini çalmaya çalıştı. Ancak vatansever bir profesörün bu durumu ifşa etmesiyle, demokratlar, kitle örgütleri ve sendikalar mücadele başlattı ve bu girişimler durduruldu.
Emperyalistlerin ve onların ajanları olan iş birlikçi bürokratik kapitalistlerin kâr için kaynakları fütursuzca sömürmesi nedeniyle, yüz binlerce dönüm orman, orman arazisi ve nehir alanları, ağır madencilik projeleri, mega sanayi projeleri ve büyük barajlarla tahrip edilmektedir. Ağaçlar, organizmalar ve hayvanlar yok oluyor. Ses, yer altı-yüzey suyu ve hava kirliliği artıyor. Çevresel tahribat büyük ölçekte devam ediyor. Zengin biyolojik çeşitlilik yok oluyor.
Ülkedeki madencilik faaliyetleri nedeniyle, büyük nehirlerin yanı sıra birçok küçük nehir ve kanal kirleniyor. Bu nehir ve kanalların suları tarım için kullanılamaz hale geldi. Su, yıkanmak bir yana içmek için bile kullanılamayacak kadar kirlendi. Madenlerin yakınından geçen neredeyse tüm nehirler kirleniyor. Su organizmaları ve kuş türleri yok oluyor. İnsanlar, çeşitli cilt hastalıklarının yanı sıra ciddi sağlık sorunlarından muzdarip.
Ağır madencilikte mineral kaynaklarının taşınması için kullanılan sondaj, patlama, mal trenleri, kamyonlar ve makinelerin yüksek sesleri yoğun ses kirliliğine neden oluyor. Bir tahmine göre, 5 bin ton demir için bir ton patlayıcı madde kullanılması gerekiyor. Bazı yerlerde maden patlamalarının sesi 150 km uzaktan duyuluyor. Bu, kömür, demir cevheri ve boksit madenlerinin yakınındaki kasaba ve köylerdeki evlerin duvarlarında çatlaklara neden oluyor. Çeşitli hükümet güçlerinin saha atış alanlarından yapılan atışlar ve bombardıman, insanların kulaklarına zarar veriyor. Ses kirliliği ve patlamalar kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, sağırlık ve erken doğumlara yol açıyor.
Saha atış alanları yerleşim yerlerinin yakınında düzenleniyor. Bu alanlardan yapılan atışlar ve bombardıman nedeniyle insanlar yaralanıyor, malları zarar görüyor. Jharkhand’ta halk mücadele etti ve birkaç saha atış alanını durdurdu. Birçok eyalette saha atış alanlarına karşı hareketler devam ediyor.
Madencilikteki patlamalardan çıkan gazlar, ağır sanayilerden gelen zehirli gazlar ve yüksek fırınlardan kaynaklanan kirlilik, hava kirliliğini her geçen gün artırıyor. Kapitalist emperyalizm, sanayilerinden daha fazla kâr elde etmeye odaklanıyor ancak kazaların önlenmesi için uygun düzenlemeler yapmıyor. Birçok sanayi kazasında ve yer altı kömür madenlerinde ihmalkârlık nedeniyle binlerce insan hayatını kaybetti. Yüz binlerce insan ciddi fiziksel ve zihinsel sağlık sorunlarından muzdarip. 1984’te ABD’li birçok uluslu şirket olan Union Carbide’ın Bhopal’daki fabrikasında metil izo siyanür sızıntısı nedeniyle 2.500’den fazla insan yaşamını yitirdi. Binlerce insan hastalandı. Bu ciddi kazadan sorumlu olan fabrika müdürü Warren Anderson, hükümet yetkilileri tarafından saygıyla ve ağır güvenlik önlemleriyle ABD’ye uçakla gönderildi. Bu, egemen sınıfların emperyalizme olan köleliğinin bir örneğidir.
Mayıs 2020’de, Andhra Pradesh’teki Visakhapatnam’da Güney Koreli bir çok uluslu şirket olan LG Polymers’te gaz sızıntısı nedeniyle 12 kişi öldü. Yüzlerce kişi hastalandı. Binlerce kuş yok oldu. Buna benzer birçok örnek var.
Rusya ve Japonya’daki nükleer projelerde meydana gelen korkunç kazaları kendi gözleriyle gören Hindistan’ın sömürücü hükümetleri, emperyalistlerden modası geçmiş nükleer tesisler satın alarak halkı ölüme sürüklüyor.
Narmada Nehri üzerindeki baraj nedeniyle sular altında kalan köylerin trajik hikayesi unutulamaz. Godavari Nehri üzerindeki Polavaram barajı, dört eyaletteki 250 köyü ve yüz binlerce dönüm orman ve tarım arazisini sular altında bırakıyor. Her büyük barajda durum böyledir.
Ağır madencilik, baraj ve sanayi inşaatları nedeniyle ekoloji, biyolojik çeşitlilik, doğal zenginlikler, kaynaklar, arazi ve su kaynakları, çevre ve halkın geçim kaynakları yok ediliyor. Yağmur suyu, özellikle boksit madenlerindeki mineral tabakalarında depolanır ve yıl boyunca yavaşça akarsulara ve nehirlere akar. Bu akarsular ve nehirler, orman bölgelerinde yaşayan kabile ve kabile dışı halkın yaşam kaynağıdır. Bu minerallerin çıkarılması, bu nehirlerde ve yer altında su seviyesinin ciddi şekilde azalmasına yol açar. Madenlerden ve sanayilerden gelen kirli su ile bu alanlardaki banyo ve tuvalet suları nehirleri kirletiyor.
Bir tahmine göre, bir ton demir üretimi için 44 ton su, bir ton alüminyum için ise 1378 ton su gerekiyor. Madencilik ve mineral üretiminde ne kadar su harcandığını ve kirliliğin boyutunu kolayca anlayabiliriz.
Normalde tepeler, ormanlar, özellikle yüksek ve geniş dağ sıraları ve geniş, yoğun ormanlar, muson yağmurları için önemli bir faktördür. Örneğin, Bastar’daki Raoghat tepeleri muson yağmurları için çok elverişlidir. Bu bölgedeki madencilik, musonu olumsuz etkiliyor ve çevreciler, bunun sadece Bastar’da değil, Güney Chhattisgarh’ta da yağışların azalmasına neden olacağını ve bu tepelerin ülkenin çevresel dengesi için çok önemli olduğunu söylüyor. Ayrıca TATA, Adani gibi şirketler bu madenleri keşfetmek için çok hevesli. Merkezi ve eyalet hükümetleri, bunu kolaylaştırmak için her türlü hazırlığı yapıyor.
Küresel ısınmanın artışı, uzun süreli aşırı sıcaklıklar, kıtlıklar, zamansız yağmurlar ve diğer doğal felaketlere neden oluyor. Küresel ısınma nedeniyle deniz suyu seviyelerinin 27 cm yükseleceği tahmin ediliyor.
Elektronik eşyalar, onaylanandan daha fazla radyasyon yayan şekilde üretiliyor. Bu, hayal edilemez hastalıklara yol açıyor. İnsan sağlığı ciddi şekilde bozuluyor. Çok uluslu şirketler bu durumu da kâr elde etmek için kullanıyor. Sağlık sektörünü genişletiyor ve süper uzman hastaneler aracılığıyla halkı sömürüyor. Sömürücü hükümetlerin desteğiyle çeşitli halk sağlığı programları adı altında halkın parasını yağmalıyorlar.
Öte yandan, hükümetler iç orman bölgelerinde turizm merkezleri kuruyor. Bu merkezler, zengin sınıflar için lüks merkezlerdir. Yerel kabile halkının kültürü, gelenekleri, şarkıları ve dansları bu yerlerde bir meta haline getiriliyor. Dışarıdan kötü kültürler getiriliyor. Halkın demokratik kültürü etkileniyor. Fuhuşa teşvik ediliyor. AIDS gibi hastalıklar iç bölgelere ve bu turizm merkezlerini ziyaret edenlere yayılabilir. Bu nedenle partimiz, bu tür turizm merkezlerinin kurulmasına şiddetle karşı çıkıyor. Kapitalist emperyalizm, işçileri, çalışanları ve halkı tamamen boğuyor. Onlara sürekli baskı yapıyor ve yoğun emek sömürüsü uyguluyor. İnsan hayatını son derece daraltıyor ve insanları hafta sonu veya ay sonunda belirli yerleri ziyaret etmeye zorluyor. Bu toplam durumun değiştirilmesi gerekiyor.
Siyasî liderler, büyük müteahhitler, kereste mafyası, madencilik mafyası, orman ve polis memurları iş birliği yaparak Ulusal Parklar ve Rezerv Parklar’dan büyük ölçekte kereste kaçakçılığı yapıyor. Hasdeo ormanı ve diğer yaprak dökmeyen ormanlar sanayi amaçları için fütursuzca kesiliyor. Orman hayvanları, orman ve polis memurlarının iş birliğiyle büyük ölçekte avlanıyor.
Öte yandan, merkezî ve eyalet hükümetleri, parklar, kaplan rezervleri, rezerv ormanlar ve vahşi hayvan koruma merkezleri adına kabile ve çiftçi halkını kovalıyor. Kabile halkının yaşam hakkını çiğniyorlar. Gelişim karşıtı hükümetler ve emperyalist destekli STK’lar, kabile halkının orman ve vahşi hayvanların korunması için bir tehlike oluşturduğuna dair yanlış propaganda yapıyor. Bu kesinlikle doğru değil. Aslında, nesiller boyu ormanlarda yaşayan kabile halkı, ormanların, biyolojik çeşitliliğin ve çevrenin koruyucuları ve muhafızlarıdır. Kabile halkı ormanların çocuklarıdır. Hayatları ormanla iç içedir. Onların yaşamı ve geçim kaynakları ormanla bağlantılıdır. Ormanlar ve orman hayvanları, onların ve mücadelelerinin sayesinde hayatta kalır. Ancak şimdi yerlerinden edildiklerinde, ormanları, çevreyi ve biyolojik çeşitliliği nasıl koruyacağımızı düşünmeliyiz. Bu, sadece kabile halkının sorunu değil. Bu, tüm insanlığın var oluşuyla ilgilidir. Bu nedenle, ülkenin ve yabancı ülkelerin halklarının, kabile halkını yerinden eden emperyalist, iş birlikçi bürokratik kapitalist ve feodal sınıf yanlısı kalkınma modellerine, ağır madenciliğe, sanayilere ve baraj inşaatlarına karşı mücadele etmesi gerekiyor. Çevreye zarar veren herkes ormandan kovulmalıdır. Halkla birlikte ve mevcut silahlarla silahlı direniş için hazırlanmalıyız. Bunu geliştirmeliyiz. Gençleri, partimizin liderliğindeki devrimci hareket bölgelerinde PLGA’ya büyük ölçekte katılmaya, halkın savaşını/gerilla savaşını ülkenin her köşesine yoğunlaştırmaya ve genişletmeye ve halkla el ele vermeye çağırıyoruz.
Emperyalistler, iş birlikçi bürokratik kapitalistler ve toprak sahipleri, kârları için çevreye ciddi zarar veriyor. Ses, su ve hava kirliliğine yol açıyorlar. Merkezdeki bürokratik Modi hükümeti, kısa süre önce işçilerin, köylülerin, orta sınıfın, kabile halkının ve ülkenin çıkarlarına aykırı, iş birlikçi bürokratik kapitalistler ve emperyalist çok uluslu şirketlerin çıkarlarına hizmet eden yasaları değiştirdi. 1986 Çevre (Koruma) Yasası, 1974 Su (Kirlilik Önleme ve Kontrol) Yasası ve 1981 Hava (Kirlilik Önleme ve Kontrol) Yasası’ndaki tüm değişiklikler, bu yasaları ihlal eden emperyalistleri, iş birlikçi kapitalistleri ve toprak sahiplerini korumayı amaçlıyor. Bu değişiklikler, çevre, su ve hava kirliliğine yol açan kapitalistleri cezasız bırakıyor. Sadece sembolik bir para cezası uygulanıyor. Ancak değişikliklerden önce bile hiçbir kapitalist hapse gönderilmemişti. Bu yasalar, halkın mücadeleleri için bir temel sağlıyordu ve mevcut değişiklikler kapitalistlere sınırsız yetkiler veriyor. Çevresel tahribatta bulunacaklar. Çevre daha büyük bir krize girecek. Partimiz, ülkedeki halkı ve halk örgütlerini, bu kapitalimzi yanlısı değişikliklerine karşı mücadele etmeye çağırıyor.
Partimiz, ormanlar ve her türlü bitki türünden oluşan biyolojik çeşitliliğin ve çevrenin korunmasına kararlıdır. PLGA, kitle örgütleri ve RPC’ler, partimizin liderliğinde halkla birlikte bu amaç için çalışıyor. Halkın bilincini yükseltiyorlar. Halk hükümetlerimizin Orman Koruma Departmanı, bu konuya özellikle odaklanıyor. Halkı yerinden eden ve çevre ile biyolojik çeşitliliğe zarar veren herhangi bir kamu veya özel projenin önüne geçiyoruz. Çevrecileri, biyologları, bilim insanlarını, demokratları, sivil haklar örgütlerini, sosyal örgütleri ve kabile sosyal örgütlerini bu konuda bizimle çalışmaya çağırıyoruz. Çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması için ülke genelinde güçlü hareketler inşa etmemiz ve çeşitli talepleri gerçekleştirmek için mücadeleler yürütmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Öte yandan, Uzun Süreli Halk Savaşı yolunda Yeni Demokratik Devrim’i gerçekleştirerek kurulacak Yeni Demokratik Hindistan’ın, ormanların, çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını garanti edeceğini söylemek istiyoruz.