Egemen sınıfların, sağlık sistemi ve insan canını sadece bir pazar alanı olarak görmeye dayalı sınıfsal çıkarlarının bir sonucu olarak koronavirüs salgını; insanlığı esir almış, yaşam birçok ülkede durma noktasına gelmiştir. İnsanın doğayla, doğal afetlerle, salgınlarla mücadelesi dün de bugün de gelecekte de var olacaktır. Emperyalist-kapitalist sistem ve onun zincirinin halkası olan gerici egemenlik, üretici güçlerin ayağında bir pranga olan üretim ilişkilerine dayanmaktadır. Bilim ve teknolojinin kullanımı kârlılık oranına endekslenmiş, doğanın ve işgücünün metalaştırılmasına kodlanmıştır. Artık insanlık doğadan türeyen hastalıklarla, afetlerle baş etmenin yanında emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı ekolojik krizle de baş etmek zorundadır. Kuşkusuz sistem bu sorunlara karşı tümden duyarsız değildir. Ancak bu duyarlılık kendi sermayesine yarar sağladığı orandadır; halka verdiği zarar ise egemenler için uğraşılması gereken tali bir sorun, sistemine zarar verdiği noktada pansuman tedavilerle müdahale edilmesi gereken meselelerdir.
Burjuvazi bir taraftan kendisine afet sığınakları, özel sağlık koşulları ve sermaye temin etmeye devam edip ezilenleri salgının pençesine, açlığa ve geleceksizliğe terk ederken diğer taraftan da “salgının herkesi eşit biçimde etkilediği”, “herkesin aynı gemide olduğu” demagojisi arkasına saklanmaktadır. Emperyalist-kapitalist sistem bir taraftan yarattığı bu yıkımın altında kalmamaya bir taraftan da baskı ve sömürüyü devam ettirmeye çalışmaktadır. Birçok yerde başlatılan “Evde Kal” kampanyası, yoksul halk kesimleri tarafından bu süreçte temel ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağı, nasıl geçim sağlayacağına yönelik sorularla karşılık bulmaktadır.
Egemenler başından beri birçok ülkede ekonomik, sosyal ve siyasal politikalarla bu sürece dair kendince bir yönelim belirlemeye çalışmıştır. Ancak açıklanan veya açıklanmayan tüm bu yönelimlerin ortaklaştığı nokta sömürü düzeninin devam ettirilmesi, zenginlerin zenginliklerini koruması veya daha zenginleşmesi, yoksulların ise daha da yoksullaşması ve geleceklerinin yok edilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kuşkusuz buna her krizin bir fırsata dönüştürülmesi anlayışı da eklenmelidir. Rekabet halinde olan tekellerin birbirini yutma mücadelesi, küçük-orta işletmelerin sermayenin pençesine düşürülmesi ve işçi ve emekçilerin daha güçlü şekilde sömürü çarklarına mahkûm kılınması gibi sonuçları da beraberinde getirmektedir.
“PANSUMAN TEDAVİ” SİSTEMİN KENDİSİNİ YENİDEN ÜRETMESİDİR
Bu süreçte bir yandan da birçok sosyal kampanya kendiliğinden veya organize bir biçimde ortaya çıkmıştır. Halkın kendiliğinden bir refleksi olarak bu sosyal dayanışma çağrıları elbette önemlidir. Dünyayı kasıp kavuran bir salgın karşısında sistemin gözünü kapadığı veya çözüm olmaktan uzak olduğu gerçeğinin böylesi kampanyalara ihtiyaç doğurduğu açıktır. Ancak bazı çevrelerce sorunu ortaya çıkaran sebepler göz ardı edilmekte, sorunun esasıyla yani tüm salgın, ekolojik tahribat, sömürü, katliam ve gericiliğin birincil sorumlusu olan emperyalist kapitalizme dokunmadan kurtuluş yolları aranmaktadır. Öyle ki sosyal dayanışma, sosyal yardım merkezli birçok kampanya, süreçten çıkışın anahtarı dahi ilan edilmiştir. Ancak bunların hiçbiri tek başına kitleleri ne salgından ne de emperyalist-kapitalist sistemin cenderesinden koruyamayacaktır. Bir taraftan tüm bu felaketlerin ortaya çıkmasında, yayılıp süregelmesinde birincil rol oynayan diğer taraftan da kendi sınıfsal varlık koşulu olan sömürüyü devam ettiren egemenlere dokunmadan ve onları ortadan kaldırmadan hiçbir kurtuluş mümkün olmayacaktır. Sorunun kendisiyle tüm yönlerden hesaplaşma mümkün olmadıkça sorun sadece renk değiştirecek ancak özüyle birlikte varlığını koruyacaktır. Sorunun sosyal dayanışma ağları üzerinden çözüleceğini düşünen veya bu ağların rolünü özneleştiren “kendiliğindenci” anlayışın gerçek ve nihai çözüme dair bir karşılığının olmadığı açıktır.
Sistem, halkın taleplerine cevap vermeyecektir. Bu taleplerin tümünün ezilen ve yoksul kitlelerin, işçilerin hakkı olduğu bir gerçektir. Zaten sistem de ezilenlerin bu haklarını gasp ederek, yok sayarak, onları ezerek, iliğine kadar sömürerek kendi var olma zeminini yaratmakta ve sermayesine sermaye katmaktadır. Kendiliğinden bu talepleri karşılaması, halkın geleceğini garanti altında tutması sadece bir hayal ve burjuva propagandasıdır. İnsana ait tüm ilerici değerlere saldırarak yükselen bir sistemden ‘insani’ tavır beklemek de elbette ahmakça olacaktır. Bu hakların kazanılması tarihte hep mücadeleyle olmuştur; bugün mücadele edilerek kazanılmaktadır, yarın da mücadele ederek kazanılacaktır.
Dünya üzerindeki milyonlarca insanın hayatına kasteden sadece virüs değildir. Onun ortaya çıkma ve yayılma zeminini sağlayan egemenler hedef tahtamızdaki esas yerini korumak zorundadır. Tüm halk virüs salgınıyla mücadele edip kendilerini korumaya çalışırken diğer taraftan da emperyalizm ve kapitalizmle olan mücadelelerini yükseltmek, bu tarihsel zorunluluğun gereklerini yerine getirmek zorundadır. Her sorun ve dönemde olduğu gibi bu salgın koşullarında da sadece talep etmek ve taleplerin karşılanmasını beklemek aynı zamanda hiçbir zaman çözülemeyecek olan sorunlar ve ölümler demektir.
DAYANIŞMA; ÖRGÜTLENME VE MÜCADELENİN BÜYÜTÜLMESİ İÇİN
Şu bilinmelidir ki bugün sistemin burjuvaziye tahsis ettiği ve halk tarafından talep edilen koşul ve olanaklar, aslında yine halkın kendisine aittir. Bizler bugün bize ait olanı talep etmekle sınırlı kalmak yerine onu alıp toplumsallaştırmanın mücadelesini vermek zorundayız. Bu sosyal kampanyalar, dayanışma çağrılarıyla değil tüm yönleriyle devrimci mücadeleyi yükselterek olacaktır. Burjuvazinin bizzat kendisinin birebir sorumlusu olduğu doğal felaketlerden korunmak için yaptığı “afet sığınaklarının” ne onları sınıf düşmanlarının kininden ne de doğanın intikamından koruyamayacağı da bir gerçektir. Emekçilerin dayanışma ihtiyacı, sistemin yarattığı sonuçlarla uğraşan ve onunla boğuşan bir dayanışmayı değil sorunların nedenlerini kavramaya odaklanan ve bu nedenleri ortadan kaldırmaya çalışan bir mücadeleye zemin hazırlamalıdır. Zira öngörülen dayanışma ağları en ileri halinde dahi sadece yaraya pansuman işlevi görmekten öteye gidemeyecektir. Sistemi ve onun yarattığı nedenleri kavramanın üzerine örtü atacak her yapılanma, o sistemin canının okunması ihtiyacını değil sisteme makyaj yapma yönelimini geliştirecektir. Virüs salgını ile birlikte tel tel dökülen bu sistem şartlarında sağlık sisteminden, tıbbın, bilimin ve teknolojinin nimetlerinden mahrum bırakılanlar için bugün ortaya çıkan ihtiyaç, daha keskin bir mücadele hattı ve kökten değişim talebiyle ortaya çıkacak devrimci bir çıkıştır. Her türlü dayanışma ve örgütlenme bu amaca hizmet ettiği oranda doğru ve anlamlıdır. Aksi bugün ve gelecekte de işçi sınıfı ve halkın salgının ve sistemin kuşatmasında boğuşmaya devam etmesi demektir.
Bugünkü koşullar çelişkileri ve mücadeleyi keskinleştirecek koşullardır. Devrimci mücadelenin yükselmesine engel olan değil onun daha büyük ihtiyaç olduğunu gösteren gelişmelerdir. Bir yandan sömürünün diğer yandan da salgının pençesinde kıvranan işçi sınıfı ve halkın öfkesini sorunun kaynağına yani egemenlere ve sisteme yönlendirmek, tüm yıkıcılığıyla emperyalist-kapitalist sistemi alaşağı etmek, bunun için örgütlemek ve örgütlenmek elzemdir.
Tüm bu gelişmeler özellikle bizim gibi yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde daha ağır ekonomik buhranların, bunun sonucunda da faşizmin kırbacını daha pervasızca kullanacağı, kullanmak zorunda kalacağı koşulları yaratacaktır. Bu somut durum; bizlere devrimci mücadelede hız kesmeden hem sistemle hem de onun yarattığı salgın koşulları ve sonuçlarıyla hesaplaşmayı dayatmaktadır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 2 Nisan 2020 tarihli 58. sayısından alınmıştır.