[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Ukrayna’da süren savaşın şimdilik ABD-AB emperyalistleriyle, Rus emperyalizmi biçiminde iki esaslı tarafı bulunuyor. “Şimdilik” diyoruz; çünkü, gelişmelerin alacağı biçime göre taraf içi değişiklikler veya taraflara yeni güçler eklenebilir. ABD ve AB emperyalistleriyle, Rus emperyalizminin bir Ukrayna cephesi açması gibi, ABD emperyalizmiyle Çin sosyal emperyalizmi başka bir cephede karşı karşıya gelebilir. Nitekim Güney Çin Denizi ve Tayvan sorunu, koşulların oluşması durumunda, Çin sosyal emperyalizmiyle, başını ABD emperyalizminin çektiği blok arasında bir savaşın fitilini tutuşturacak yeterlilikte bir sorundur.
Dünya çapında geçici istikrar durumu bozulalı bir hayli zaman oluyor. Bir istikrar yakalamak üzere geliştirilen neoliberal politikalar, özellikle modern revizyonist iktidarların alaşağı olması ve genişleyen pazar imkânı nedeniyle başarı yakalamış gibi görünse de bu politikaların emperyalist sermaye açısından bir ters akım oluşturduğu, istikrar adına, istikrardan uzaklaştırdığı çok geçmeden açığa çıktı. Afganistan ve Irak işgalleri, “renkli devrimler”, Güney Osetya ile Abhazya sorunu ve Rusya’nın Gürcistan’a askeri müdahalesi, Suriye ve Libya işgalleri, Kırım’ın ilhakı ve diğer benzer gelişmeler; Arap İsyanları, Occupy/İşgal Et Hareketi, Gezi İsyanı, Sarı Yelekliler, yeni kurulan Maoist veya devrimci parti ve örgütler, Filipinler ve Hindistan’da yaygınlaşan kurtarılmış bölgeler ve gelişen Halk Savaşı emperyalist sistemin bir dışa vurumu olarak iç çelişkilerin ne denli keskinleştiğini anlatıyor. Günbegün tanık olduğumuz şey, emperyalizmin sistem olarak çöküşüdür. Bu çöküş onun parçalanmasını, lokma lokma yutulmasını kolaylaştırır, daha fazlası değil…
Emperyalizmin sistemsel çöküşü, temel çelişmenin yani emek sermaye çelişmesi ve bu çelişmeden kaynaklanan emperyalizmle ezilen dünya halkları, proletarya ile burjuvazi ve emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkinin alabildiğine keskinleşmesinin ve yoğunlaşmasının sonucudur. Enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halkları bu süreçten nasıl çıkacaktır? Bunu proletaryanın örgütlülük düzeyi belirleyecek. Bütün komünistlerin, komünist partilerin önünde, kendi ülkelerinde devrimi geliştirmek, önderlik ettiği savaşı büyütmek gibi bir görev duruyor. Bu görev için nesnel koşullar bir hayli elverişlidir. Gelişmeler gösteriyor ki bu elverişli koşullar daha da büyüyecek; elverişli olan nesnel koşulları yönetip, ileri bir savaşa önderlik edecek düzeyde gelişmiş komünist partileri az sayıda ülkeyi dışta tutarsak, ne yazık ki yoktur. Proletarya Partisi bu az sayıdaki partilerden biridir.
Sakin zamanları olmayan ve güçlü fırtınalar altında MLM’nin kızıl bayrağını düşürmeden; yaralarını sarma, kirliyi atıp temizi giyme ve daha bir istekle savaşı sürdürme biçiminde geçen 50 yıl, Proletarya Partisi’nin enternasyonal proletaryayı, onun çıkarlarını temsil eden bir parti olduğunu kanıtlamıştır. Proletarya Partisi’nin önderliğinde yürütülen Demokratik Halk Devrimi mücadelesinin 50 yıllık pratiğine yaslanıyoruz. Bunun gelecekte benzer hatalara düşmemek ve yürüdüğümüz yolu daha güçlü kavramak için, başlı başına bir silah olduğunu biliyoruz. Her silah gibi tarihin kendisi de doğru bir yöntemle ele alınır ve kullanılırsa etkili olur. Proletarya Partisi tam da bu bilinçle tarihsel birikimleri üzerinden kitlelerin durumunu, devrimi ve dolayısıyla Halk Savaşı’nı ele almış, kitleler ve savaşla olan ilişkisini sorgulamış, görevler, hedefler belirlemiştir.
Stratejik hedef olan Demokratik Halk Devrimi’ni gerçekleştirmek bir yana, bu devrime hizmet edecek alt hedefleri gerçekleştirmek dahi, sağlam bir komünist partisi olmayı gerektiriyor ya da başka türlü söylersek, sağlam bir komünist partisi olmadan bu alt hedeflere ulaşmak, görevleri başarmak mümkün değildir. Bugün Proletarya Partisi’nin yüzleştiği gerçeklik Bolşevik Parti anlayışından uzaklaşmış bir gerçekliktir. Olguyu parçalara ayırdığımız vakit kitle çizgisinde militanlıktan, örgütlenmede parti örgütlenmesi ve illegalliteden, politik mücadelede iktidar perspektifinden, çalışma tarzında devrimin görevlerini merkeze koyan ve düşman olgusunu kavrayan, parti içi ve parti dışı çalışmayı bu olgular üzerine inşa eden anlayıştan, önderlik biçiminde kolektif ve nesnel tarzdan, kentte veya kırda tüm pratiği Halk Savaşı çizgisine uygun şekillendirmeden vb. uzaklaşıldığını görüyoruz. Bugün başlayan değil, geçmişe dayanan, gerilerden gelen olgulardan; şu ya da bu kişiyle sınırlı olmayan bir durumdan, bir vasatın oluşmasından bahsediyoruz. Oluşan bu vasat yani ortam partide ve parti dışında bulunan küçük burjuva anlayıştan gücünü alıyor. Ülkemizin yarı sömürge, yarı feodal yapısından gelen özellikler nedeniyle, küçük burjuvazi diğer sınıf ve tabakalara göre sayısal olarak en güçlü kesimi oluşturur. Örgütlü yapımız içerisinde bu kesimin varlığı ve hatta gücü garipsenir bir durum değildir. Bu durumdan çok, küçük burjuva ideolojiyi yenilgiye uğratmada, bu sınıftan gelen yoldaşlarımızda proleter bilinci hâkim kılmada yetersiz kalındığına dair vurgu yapabiliriz. “Yetersizlik” bir niyet beyanı gibi anlaşılabilir, elbette yetersizlik niyetten değil, parti içi sınıf mücadelesinden, proletaryanın gücünden geliyor. Proletaryanın çok güçlü olması koşullarında küçük burjuvazi kendini yaşatacak bir ortam bulamayacaktır, ideolojik dönüşümle, parti saflarını terk etme tercihi arasında kalacaktır. Bugün öncelikli görevlerimizden olan Proletarya Partisi’nin sağlamlaştırılması, güçlendirilmesi görevi, Proletarya Partisi’nin Bolşevik temeller üzerinde daha güçlü biçimde inşa edilmesi görevinin kendisidir. Bu görev bütün gücümüzle ve en amansız biçimde düşmana yönelmek demektir. Örgütlülüğümüz içerisinde burjuvaziye ait anlayış, yaşam ve mücadele tarzına karşı süreklileşmiş ve çok yönlü bir mücadele yürütülmeli ki dışarıdaki düşmana karşı başarı kaydedebilelim.
Türkiye ve benzer ülkelerdeki küçük burjuvazi emperyalizm, feodalizm ve komprador-bürokrat kapitalizm tarafından ezildiği, sömürüldüğü, baskı altında tutulduğu için, DHD karşısında daha istekli ve daha devrimcidir. Küçük burjuva olarak saflarımıza katılan, devrimin görevleri için seferber olan, ağır sorumluluklar üstlenen, şehit olan, tutsak düşen yoldaşlarımızdan biliyoruz nasıl fedakâr olduklarını ve kahramanca savaştıklarını. Sorun olan sınıf kökeni değil, sınıf kökeninden gelen düşünce, davranış ve yaşam biçimi, bunlara karşı tutumudur. Aynı çelişki bir başka boyutuyla proletarya saflarından gelen yoldaşlarımız için de geçerlidir. Onun proleter kimliği öznel değil nesneldir. Proleterliği ile birlikte proleter bilince kavuşmuş olmuyor. Nesnel olarak burjuva sınıfının dışında olması ve bu nesnellik nedeniyle düşünce, davranış ve yaşam biçiminin burjuva sınıfa uzak olması onu küçük burjuvadan ayıran temel olgudur, fakat proleter bilinç veya onun ideolojisi olan komünist düşünce sonradan, KP saflarında, onunla ilişkisinde edinilecek ve geliştirilecektir. Devrimci sınıf ve katmanlardan gelen her bir yoldaşımız, burjuva-feodal sınıfların maddi varlıkları kadar, onların ideolojilerine karşı da sıkı bir mücadele yürütmek zorundadır. Bu mücadele şüphesiz, KP’nin önderliğinde etki gücüne kavuşur, bununla birlikte her bir yoldaşın tutumu yani içsel çelişkisi belirleyici olacaktır. Tüm örgüt, tüm örgütlü yoldaşlarımız sınıf düşmanlarımıza olduğu kadar onların ideolojilerine de olanca acımasızlıklarıyla saldırmalı, içimizde ve dışımızda burjuvaziyi bozguna uğratmak üzere konumlanmalıdır. Sağlam ve güçlü bir örgüt için seferber olalım, en enerjik biçimde çalışalım.