Emperyalist-kapitalist sistem, tarihsel gelişim süreci boyunca krizleri aşmak için öncelikle “yeniden yapılandırma” yoluna başvurmuş; bunun yetmediği noktada ise çözüm olarak dünyayı büyük bir yıkıma sürükleyen paylaşım savaşlarına baş vurulmuştur. Emperyalizmin kaçınılmaz olarak yöneldiği bu çözüm yolu her zaman halklar için büyük bir felaket olmuştur. Savaş her ne kadar krizlerin geri döndürülemez boyutlara vardığı ve bu krizleri yaratan koşulların (özellikle borçlanma ve üretimde kâr oranlarının düşmesi) artık yapılandırılamaz hale geldiği durumlarda devreye girse de emperyalist sistem açısından her zaman hazırlıklı olunan temel bir “çözüm” yoludur. Savaşın “çelişkilerin en keskin ve çözülemez olduğu anlarda siyasetin bir aracı olduğu” gerçeği, emperyalistlerin sürekli olarak buna hazırlık yapmasına neden olmuştur. Silahlanma, gerginlik noktalarının kaşınması, halkların birbirine düşmanlaştırılması bu hazırlıkların biçimlerindendir. Elbette emperyalistler arası paylaşım savaşının son kertesi, nesnel koşulların bu yıkıma zemin sunacak düzeye gelmesi ve öznel güçlerin düğmeye basmaya hazır olmasıyla mümkün hale gelir.
Uzun süreli bir krizle boğuşan ve özellikle 2008’den bu yana piyasaya devletler eliyle yapılan tüm müdahalelere rağmen bu krizi aşmayı başaramayan emperyalist-kapitalist sistem için yeni bir paylaşım savaşının nesnel koşulları henüz olgunlaşmaktadır. Ancak ne hegemon güçler ne de karşıtları henüz bu büyük savaşa hazır değildir. Tam da bu nedenle hemen her aşamada bu egemen sistemin kaçınılmazı olan yeni bir paylaşım savaşına hazırlıklara tanıklık etmekteyiz. Savaş naraları atmaya kadar varan bu hazırlıklar silahlanmaya ayrılan bütçe oranının ciddi derecede artırılmasıyla ileri bir aşamaya taşınmış durumda.
Kriz Dinamikleri ve Emperyalist Ekonomilerin Güncel Görünümü
Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) 2025 verilerine göre, gelişmiş ekonomilerde büyüme yüzde 1,4 seviyelerine kadar gerilemiştir. Özellikle Almanya, İngiltere ve Japonya gibi ülkeler birkaç yıldır durgunluk ve hatta teknik resesyonla yüz yüzedir. ABD ekonomisi ise faiz oranlarının etkisiyle kısıtlı büyüme gösterirken yüksek kamu borcu ve iç talepte zayıflama ile dikkat çekmektedir.
Enflasyon oranları ABD’de yaklaşık yüzde 2,6, İngiltere’de ise yüzde 3,5 düzeyinde seyretmekte; bu durum Merkez Bankalarının faiz silahını kullanmaya devam etmelerine yol açmaktadır. Ancak bu politikalar, yatırım iştahını ve üretim kapasitesini baskılamaktadır. Çin ve Rusya cephesinde de benzer gelişmelerin yaşanması, emperyalist-kapitalist sistemin bütününü etkileyen derin bir krize işaret etmektedir. Çin’in resmî verilerine göre 2025’in ilk çeyrek büyümesi yüzde 5,4 olarak açıklanmış olsa da yıl sonu beklentileri yüzde 4,6–4,7 aralığına gerilemiştir. Sanayi üretimi ve ihracat zayıflarken iç tüketim daralmakta, emlak sektöründeki kriz, deflasyon riski ve genç işsizliğin artışı Çin ekonomisinde ciddi kırılganlıklar yaratmaktadır.
Çin, krizin yarattığı bu iç kırılganlığı “çift dolaşım stratejisi” ile iç pazarı büyüterek aşmaya çalışmakta; öte yandan “Kuşak-Yol Projesi” ile dünya pazarında daha aktif bir rol üstlenmeye yönelmektedir. Bu hamle aynı zamanda, ABD ile derinleşen “ticaret savaşı”na karşı stratejik bir direnç oluşturma amacı taşımaktadır.
Rusya’nın Savaş Ekonomisi ve Askerîleşme Yönelimi
Öte yandan Rusya, Ukrayna Savaşı ile birlikte ekonomik yapısını büyük ölçüde askerî üretim ve savaş bütçesine odaklamış durumdadır. 2025 itibarıyla Rusya’nın GSYH’sinin yüzde 5,9’u doğrudan askerî harcamalara ayrılmakta, devlet bütçesinin ise yaklaşık yüzde 40’ı savunma sektörüne yönelmektedir. Ekonomik yaptırımlar, varlıklara el koyma ve ulusal sermayenin içe kapanmasına dayanan politikalarla ayakta kalmaya çalışan Rusya, üretkenliği ve inovasyonu geliştiremeyişi nedeniyle orta vadede ciddi bir ekonomik çöküş riskiyle karşı karşıyadır.
Savaş Ekonomisi ve NATO’nun Yeni Hedefleri
Emperyalist-kapitalist sistemin bunalımı elbette her zamanki gibi işçi sınıfı ve halkların yaşamlarını doğrudan etkilemektedir. İşsizlik oranları yükselmekte, sosyal haklar gasbedilmekte, “burjuva demokrasileri”nde dahi otoriterleşme eğilimleri güçlenmektedir. Bu süreç, gelişen toplumsal muhalefetin bastırılması amacıyla demokratik hak ve kazanımların rafa kaldırılmasıyla paralel yürümektedir.
Elbette krizin esas çözümünü her zaman yeni paylaşım odaklarında arayan emperyalist-kapitalist sistem, görece “barış dönemleri”nde sermaye ihracı ile bağımlı hale getirdiği yarı sömürgeleri derin kriz dönemlerinde yeniden paylaşımlarla “krizden çıkış” adresi olarak görmekte ve buna her zaman hazırlıklı olmak için planlar yapmaktadır.
Bunun en güncel karşılığını son NATO toplantısında görmek mümkündür. 2025 Haziran’ında Lahey’de düzenlenen son NATO Toplantısı’nda alınan karar doğrultusunda 2035’e kadar GSYH’lerin yüzde 5’inin savunma ve güvenliğe ayrılması planlanmıştır. İspanya dışında bu karara açıktan itiraz gelmezken 32 üye ülkeden Belçika, Slovakya ve İtalya ise mali zorluklar ve sosyal harcamalardan kaynaklı zamanlamaya yönelik çekincelerini dile getirmiştir. Ancak sonuç itibarıyla karar onaylanmıştır. 2024 itibarıyla bu oran ortalama yüzde 2,6’ydı. Hedefe ulaşmak için yılda yaklaşık 1,4 trilyon dolarlık ek savunma harcamasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu hedefin yüzde 3,5’i doğrudan askerî harcamalara, yüzde 1,5’i ise siber güvenlik, altyapı ve stratejik rezerv projelerine ayrılacaktır. Kamu kaynaklarının eğitim, sağlık gibi alanlardan kesilerek silahlanma ve savaş altyapılarına yönlendirilmesi klasik anlamda “savaş ekonomisi”nin doğrudan göstergesidir. Bu yönelimin, işçi sınıfına ve emekçilere yönelik sosyal hakların budanması anlamına geldiği açıktır.
NATO’da gelişmeler bu seyirde iken benzer bir eğilim Çin ve Rusya’da da görülmektedir. Rusya’nın savunma bütçesi GSYH’nin yaklaşık yüzde 7,2’sine ulaşırken, devlet harcamalarının yüzde 41’i doğrudan savaş ekonomisine yöneltilmiştir. Çin’de ise 2025 yılı savunma harcamaları bir önceki yıla göre yüzde 25 artmış, GSYH’nin yüzde 6,3’üne denk düşen bir seviyeye ulaşmıştır. Bu oranlar, Soğuk Savaş dönemini hatırlatacak düzeydedir.
Emperyalist-kapitalist sistemin savaş eğilimi yükseldikçe, planlamalarının, harcamalarının ve hazırlıklarının önemli bir bölümünü de savaş bütçesi ve savunma harcamaları oluşturmaktadır.
Vekalet Savaşları ve Emperyalist Hegemonya Mücadelesi
Henüz doğrudan emperyalist savaş aşamasına geçilmemiş olsa da Orta Doğu, Afrika ve Asya’da yükselen vekalet savaşları, emperyalist paylaşım mücadelesinin giderek kızıştığını göstermektedir. Askerî üslerin artırılması, darbelere verilen destek, borçlandırma politikalarının yeni biçimlerle sürdürülmesi bunun dolaylı biçimlerini oluşturmaktadır. Emperyalist hegemonya savaşı şimdilik topyekûn silahlı çatışmalarla değil, ekonomik savaşlar, yaptırımlar, vekalet savaşları ve askerî bütçeler aracılığıyla da yürütülmeye çalışılmaktadır.
NATO’nun savunma harcamalarını artırma hedefi, Çin ve Rusya’nın ekonomik zayıflıklarına rağmen militarist hazırlıklarını hızlandırmaları, çatışma koşullarının olgunlaşmakta olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak doğrudan bir emperyalist paylaşım savaşı için gerekli tüm nesnel ve öznel koşullar henüz tamamlanmamıştır.
Emperyalist-kapitalist sistemin kriz ve savaş arasında sıkışması, yıkımın ve insanlık için tehdidin artması anlamına gelmektedir. Askerî bütçelerin hızla büyümesi, halkların yoksullaşması, sömürünün derinleşmesi, sosyal hakların budanması, otoriterleşme ve savaş tehdidinin büyümesi, emperyalist-kapitalizmin çöküş sürecine işaret etmektedir. Ancak bu çöküşün kendiliğinden olacağı anlamına gelmemektedir. Krizler emperyalist paylaşım savaşı tehlikesini büyüttüğü kadar, işçi sınıfının ve emekçilerin örgütlü tepkisi ve proleter devrimci hattın gelişimi açısından da dinamikler sunmaktadır. Dünya proletaryası ve ezilen halklar için tek gerçek çözüm örgütlü mücadele ve sistemden devrimci bir kopuştur.