Genel ve gündelik siyasal yaşamda ilkelerden bağışık, ilke sorununu barındırmayan hiçbir sorun gösteremeyiz. Devrimci hedefler, devrimci çizgi, devrimci duruş ve anlayış ilkelere dayalı siyasal mücadele ile var edilerek büyütülebilir. Devrimci konum ve kimlik sadece ilkelerin varlığıyla korunabilir. İlkelere dayalı siyasal mücadele ile devrimci konum ve kimlik arasında bağı zedeleyip önemsizleştirerek devrimci ilke ve hedeflerinden kopanlar aksi iddiaları ne olursa olsun devrimci hedefler, devrimci çizgi, duruş ve anlayış yerine sadece politik yaşamda pragmatizmden beslenen tasfiyeci zemini güçlendirirler.
Sömürü sisteminin temel yapısını değiştirmeksizin iyileştirmeyi hedefleyen, egemen devletin sınıfsal niteliğini, ekonomik ve siyasal güç ilişkilerini görmezden gelen, sömürü ilişkileri ile bundan doğan çelişki ve çatışmalardan bağımsız ele alınan sınıf işbirlikçi politik anlayışlar ilkelerin yok sayıldığı zeminde boy verir. Devrim ve devrimin silahları açıktan reddedilmese de burjuvazinin sınıf çıkarlarının hizmetinde işlevsiz bir araç olan parlamentonun emekçi halkın hizmetinde bir araç durumuna getirilebileceği hayali de bu zeminde pazarlanır. Devrimci olan ne varsa ötelenirken ‘barış’ masalarına eşlik eden kerameti kendinden menkul ‘federal parti’, ‘Zeytin dalı koalisyonu’, ‘konfederal birlik’ gibi sınıf işbirlikçi, ufku demokratik ve eşitlikçi burjuva toplumu aşmayan modeller bu zeminde önerilir.
Devrimci süreçlere lafta katılan(lar), üstte sıraladığımız tasfiyeci modelleri önerenler, ideolojik öncüllerinden biri olan Viktor Adler’in ruhuna rahmet okuturcasına şahsına münhasır gazete köşelerinde düzen içi yaklaşımlarına ciddiyet kazandırmak için ara sıra devrimden söz etmeyi de ihmal etmezler. Uzlaşmazları uzlaştırmaya soyunarak ‘tek adam’, ‘tek parti’ faşizminin seçimlerle yenilebileceğini varsayan parlamentarist budalalar, egemen burjuva klikler arasında birini diğerine karşı desteklemekten, emekçi halk kitlelerini diğerine karşı saflaştırarak burjuva kliklerin arkasına sıralamaktan da geri kalmazlar.
Dünün bugünkü gerçekleriyle çeliştiğine aldırmadan kalem oynatan ve tasfiyeci anlayışlar(ın)ı dillendirenlerden biri de Yeni Özgür Politika yazarlarından Veysi Sarısözen’dir.
DELİ SAÇMALARSA EĞLENCELİ OLUR; SARISÖZEN SAÇMALARSA NE OLUR?
28 Ekim 2019 tarihli köşesinde 25’inci kuruluş yıl dönümü nedeniyle MLKP’ye güzellemeler yaptıktan hemen sonra “hiç gereği yokken” anti-Maoist hezeyanları depreşen V. Sarısözen; “Derinlerden bir itiraz duyar gibiyim: Maoistler 1920’de açılan bu bayrağı yükseltebilir mi?” diye soruyor. Devamında verdiği cevaplar ise ne tarihte ne bugün Maoistlerin devrimin bayrağını yükseltmediği ve yükseltemeyeceği üzerine revizyonist ve Troçkist yaklaşımlarını temellendiriyor. Orak çekiçli bayrağımıza, temsil ettiği değerlere, onu daha da yukarılara yükselme kavgasına uzak, herkesi kendisi gibi “inkârcı balık hafızasına” sahip sanan birinin böylesi bir soruyu soruyor olmasının politik bir kıymeti harbiyesi olmasa da bizler onun anlayacağı bir şekilde cevaplamaya çalışalım.
Öncelikle; tarihsel zaferlerimizin deney ve derslerini, yenilgilerimizin deney ve dersleriyle birleştirme becerisinden yoksun, kendi geçmiş tarih(ler)ini, o tarihteki rollerini, ilişkiler(in)i sorgulamaktan bilinçli olarak kaçınan; yaşadığı trajik durumunun muhasebesini yapmadan Uluslararası Komünist Hareketin tarihini kendi ifadesiyle ‘değerli arşivini’ sübjektif, keyfi değerlendirmelerle çarpıtan; Stalin yoldaş karşısında Troçki ve Buharin’in 1915 ve 1919’teki ihanetlerini ve 1933’te Nazilerin arkasına takılıp seçim mücadelesine girerek Nazilerin iktidara yürüyüşlerinin yolunu açan, ‘şiddetten kaçınmak’ adına teslimiyeti tercih eden Alman sosyal demokratlar özgülünde tarihsel gerçekleri (rolleri) ihanet olarak değil de bölünmeler, rekabet olarak adlandıran; Şefik Hüsnülerin, Bilenlerin, Aybarların, Kutluların yoldaşı olmuş, SBKP 20. Kongresi’nde çıkan sınıf işbirlikçi “barış içerisinde bir arada yaşamayı” öğütleyen kararları yoldaşlığı dönemlerde savunan; Kruşçevleri, Brejnevleri ML görerek alkışlayan, bugün alkışladıkları revizyonist döneklere öykünerek ülkemizde ‘barış içerisinde bir arada yaşamanın’ ‘yerli, orijinal’ teorik ve pratik arayışlarında olan birinin Stalin ve Mao yoldaşı, onların Marksist-Leninist-Maoist görüşlerini hata ya da sapma olarak değerlendirmesi hiç de şaşırtıcı değildir.
Veysi Sarısözen, tarihi işçi sınıfına ve ezilen halk yığınlarına ihanetle dolu TKP’nin bir bileşeni ve önderiyken hangi sınıfsal ve siyasal tutuma sahipse şimdi onu güncele uyarlayan ve devam ettiren bir niteliğe sahiptir. Sınıf işbirlikçi çizgisi, Kürt Ulusal Hareketi’nin reformist yanının en güçlü destekçisi, gelişmeleri reformist bakış açısıyla “güçlü kalemi” ve deneyimiyle donatma rolü üstlenmiş eski bir revizyonist tüfektir. Eski şişede yeni şarabı satan bir tüccar…
İşçi sınıfı tarihini ve onun çeşitli ülkelerdeki gelişimini, savaşımını, deneyimlerini, gerçekliğini bütünlüğü içinde anlamak için MLM anlayışlara sahip olmak gerekir. Küçük burjuva aydın ve yazarların, V. Sarısözen gibi satırlarında tasfiyeciliği kutsayanların, proletaryanın sınıf mücadelesi tarihini anlayamamaları ya da tersinden yanlış anlamaları doğaldır. Veysi Sarısözen devrimci bir örgüt olan MLKP’yi överken esasında MLKP’nin devrimci yanını ve dinamiklerini değil onun kendi revizyonist, reformist görüşlerine uygun gördüğü politikalarını alkışlayarak cesaret aşısı vurmaya çalışmaktadır. Sarısözen’in tarihsel sorumluluğunu tüm devrimci hareketlerin reformist hatta cesaretlendirilmesi, sınıf işbirlikçi rotaya cesaretle girmesini sağlamak şeklinde tanımlamak olanaklıdır. Kürt Ulusal Hareketi’ni överken ve yüceltirken de başka devrimci hareketleri alkışlarken de orta sınıf aydın özellikleri ve TKP eskisi tüm düşünsel yaklaşımlarını donanarak zehirli bir sarmaşık gibi hareket etmektedir.
Sarısözen’nin TKP, TBKP’den ÖDP ve SDP’ye uzanan yöneticilik “kariyeri” revizyonist, reformist görüşleri ve her bir aşamada bukalemun gibi renk değiştiren çizgisiyle maluldür. Bir yandan “Apoculuk” övgüleri dizer, Ertuğrul Kürkçü’yü alkışlar diğer yandan MLKP’ye taltif yapar. Kendisini “komünist Apocular” safında ilan eder, birbirine zıt her türden ideoloji ve çizgiyi “kucaklayarak” bugünler de “bayrak” gördüğü “Apoculuk”la ilişkilendirir. “Apoculuk”u farklı ideoloji ve çizgilerin üstünde, onların eklemlendiği bir “insanlık bayrağı” olarak değerlendirir. Rojava’daki devrimci örgütlere övgüsünün kaynağında da bu vardır. Ona göre Rojava’da yaşananalar “Apoculuk”un bir eseridir ve ideolojisi, çizgisi ne olursa olsun bu “bayrak”la birlikte saf tutanlar büyük mücadelenin ve Mustafa Suphi’nin bayrağını dalgalandırmaktadır. Ona göre “Apoculuk”, “doktrinci ya da dogmatik olmayan devrimin pratiği, teorisi, stratejisi ve taktiği” demektir. Aslında Sarısözen’in, kendi revizyonist, reformist ve çizgisiz duruşuna ve savunularına uygun olduğu için “Apoculuk”u bayraklaştırdığı ve herkesi de buraya çağırdığı açıktır. Sarısözen’in “Apoculuk” şakşakçılığı kendini daha ne kadar var eder bilinmez. Fakat “anlaşılmaz” olan, ideolojik mezhebi bu kadar esnek ve geniş bir hâl almış olan Sarısözen, eski geleneklerinden ya da kendisinin deyimiyle “doktrinerlik”ten kurtulamamış olmalı ki yazılarında yer yer “Maoistler”e karşı hezeyanlarını ortaya koymaktan duramaz. “İnsanlığın bayrağı”na erişmiş olmasına karşın “Maoistler” şerhi düşmeden, oraya dikkat çekmeden yapamaz.
Sarısözen’in Mao yoldaşın felsefe, bilimsel sosyalizm ve ekonomi-politik özellikle de sosyalizme dair teorileri, çelişme yasası ve proletaryanın savaş öğretisi noktasındaki katkılardan bihaber olması da doğaldır. Mao yoldaşın anlaşılarak doğru bir şekilde yorumlanabilmesi ancak sınıf mücadelesinin devrimci tarzda kavranabilmesi, proletarya diktatörlüğüne ve komünizme bağlı kılınabilmesiyle olanaklıdır. Fakat Sarısözen’de vuku bulan şey, revizyonizmin Bernstein’den arta kalan “Ne olursa olsun, nihai amaç benim için hiçbir şeydir; hareket ise her şeydir” düsturudur.
V. Sarısözen’in hemen hemen tüm söylemleri ideolojik-politik-moral değerlerin iflas etmişliğinin kanıtıdır. Enerjisini her koşulda revizyonist-reformist zeminin güçlenmesi için harcayan, Kemalizm mirasçılığından zorlanmadan politik rotasını “Apoculuk”a çevirerek ona eklemlenen birinin “derinlerden itirazını duyar gibi” olsak da -inandırıcılığı bir yana- yarın koşullar uygun olduğunda hiç düşünmeden bugün bulunduğu zemini de terk ederek söylemde de olsa Stalinci hatta Maocu da olabileceği düşünülebilir. Mao yoldaş “İnsanın kafasında varlıklarını sürdüren gerici fikirler burjuvazinin ve küçük-burjuvazinin üst kesimlerinin fikirleri bir anda değiştirilemez. Bu değişiklik uzun bir zaman hem de çok uzun bir zaman süresi içinde gerçekleşecektir.” der. Yazarımız söz konusu değişimin çok uzağında olsa da kafasında varlığını sürdüren küçük burjuva fikirlerin değişmesi “mümkündür” diyerek bu başlığı noktalayalım.
“BUGÜNÜN DEVRİMCİSİ NEDİR?” *
Devrimci mücadeleyi ve devrimci yaşamı bir dünya görüşü, bilimsel bir kavrayış, değerler bütünü ve kimlik olarak özümseyemeyen biri, yakın dönemdeki ve dünkü pratiği orta yerdeyken ne yaşadığı dünya hakkında tutarlı, net ve sistematik bilgilere sahip olabilir ne de sağlıklı bir akıl yürütmeyle doğru fikirler üretebilir. V. Sarısözen için olsa olsa söz konusu mümkünün sınırlarını zorlayan yeni yanılgılar olabilir. MLM eylem kılavuzu olarak kabul edilmediği, başka bir dünya tarifleyen ya da isteyenler MLM’nin bütünlüğüne, devrimci özüne dayanmadığı müddetçe yazarımızın makalesinde Aristocu düz söylemle belirttiği şekilde “devrimci süreç nerede merkezileşmişse orada (Rojava’da) yer alma”yı benimseseler de bu durum devrimcileşmeye yetmeyecektir. “Devrim tarihinin granitten arşivini” biraz karıştıranlar bunun böyle olmadığını, olamayacağını görecektir. Mümkündür ki yazarımız bu söylemle kendisine, tercihlerinden dolayı bugününe dair devrimci rol(ler) biçmektedir. Ama yazık ki yazarımız ve benzerleri; BPKD’nin önderlerinden Zhang Chunqiao’nun kapitalist yolcuları ifade ederken söylediği gibi devrimi “bir otobüs gibi görüp” yolun hemen başında ilk durakta inerek otobüsü terk ettiklerinden atılan adımlara, adımlayan yolculara yoldaş olmaları da mümkün değildir.
Devrimci-komünist olmak iddiasındaki hiçbir birey ve anlayış, ezilen ulusun iradesine saygı ya da dayanışma adına kendi bağımsız program ve politikalarından vazgeçerek ya da bayrağını terk ederek ezilen ulusun özel ya da genel eğilimine, onun bayrağına dahil olmaz. Komünistlerin ezilen ulus hareketleriyle ilişkisinde belirleyici olan kendi bağımsız program ve politikasıdır. Bizler ezilen ulus mücadelelerini emperyalist-kapitalist sisteme karşı dünya proleter devrimlerinin temel bir ittifakı görür, bu temelde strateji ve taktiklerimizi oluşturur ve bununla bağlantılı olarak ezilen ulusların özgürce ayrılma hakkını (kendi devletini kurma hakkını) ve ulusların tam hak eşitliğini tavizsiz savunur, bunun için mücadele ederiz. Ancak Sarısözen’de dün de bugün de vücut bulan proleter devrimler ve buna bağlı tutarlı bir devrimci çizgi ve duruş değildir.
Bugün Kürt hareketinin ve kendi deyimiyle “Apoculuk”un peşine takılan V. Sarısözen gibi burjuva-liberal aydın ve yazarlar bu ayrımların önemini anlayamazlar. Söylem devrim de olsa talep ve istemlerini zaten olabildiğince geri sınırlara çekmiş bir politik hareketin teorik ve stratejik yönelimi, süreci devrimle taçlandıramaz ve devrim istemden ibaret kalır. Zamanın değiştirdiği ya da eskittiği şey MLM’nin devrim teorisi değildir. Eskiyen daha doğrusu paslanan şey Sarısözen gibi moral değerleri çökmüş “eski tüfeklerin” bugünün reformist-liberal ideolojileriyle buluşan revizyonist çizgisidir.
Kaypakkaya yoldaş, “her zaman birleşmeyi” savunan TİİKP revizyonistlerine şöyle cevap veriyordu: “Komünistler, devrim safında yer alması mümkün olan bütün güçlerle elbette ‘birleşmek’ isterler ama her ne pahasına olursa olsun değil! Şartlar ne olursa olsun değil! Kendi ilkelerinden ve hedeflerinden vazgeçerek değil! Başkasının kuvvetine güvenerek, bağımsızlığını kaybederek, inisiyatifi elden çıkararak değil! Burjuvaziye kuyruk olarak değil!” Komünistler bu doğruyu Sarısözen gibi her dönem farklı bir renge bürünen revizyonistlere karşı bugün de savunmaktadır ve savunmaya devam edecektir.
*Veysi Sarısözen’in aynı makalesinden.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 14 Kasım 2019 tarihli 48. sayısından alınmıştır.