Ülkemizde sağlık, halkımızın yaşadığı sorunların başında geliyor. Bugün de sağlık sistemi emekçi halkımız için devasa sorunlar yaratmayı sürdürüyor. Milyonlarca emekçi, sistemin yarattığı koşullar nedeniyle hastalıklarla boğuşuyor. Yeni doğan bebekler dahi sağlık sorunlarıyla dünyaya gözünü açıyor. Yoksullar paran kadar sağlık uygulaması nedeniyle nitelikli tedaviye erişemiyor. Bu sebeple tedavi edilebilir hastalıklardan her gün onlarca insan tedavi edilmediği için hayatını kaybediyor. Sağlık alanı, bu anlamıyla kapitalizmin ezilenler açısından nasıl kıyıcı bir sistem olduğunun en net görüldüğü alandır. Egemenlerin düşündüğü tek şey azami kârdır. Yoksulların sağlığı, hayatı bu uğurda sadece bir teferruattır. Dünden bugüne kapitalist sağlık anlayışında bunu görmek mümkündür.
Emperyalist-kapitalist sistemin tahakkümü altında yaşayan emekçiler her daim “sağlıksızlık” sarmalı içinde bulunur. Bu kapitalist sistemin halka sunmuş olduğu yaşam koşullarının doğal sonucudur. Zira toplumsal zenginliğin azınlığın elinde toplanması, çoğunluğun sefalete mahkûm edilmesi ile mümkündür. Sefil yaşam koşulları doğallığında yoksulların her türlü hastalığa açık olmasını getirir. İşçilerin uzun saatler çalıştırılması, bedenlerinin erken yaşta çökmesine neden olur. Ücretlerin azlığı, emekçi ailelerin yaşamını asgari seviyede bile sağlıklı bir şekilde sürdürmesinin önünde engeldir.
Kapitalist sağlık sistemi halka sunulan bu tabloyu pekiştirir. Çünkü sağlık sistemi de halkın değil bir avuç azınlığın çıkarlarını esas alarak dizayn edilir. Ülkemizde sağlık kuruluşları halkı iyileştirmenin değil burjuvazinin kâr ve sömürü alanıdır. Sağlığın paralı olmasının anlamı budur. Herkes parası oranında sağlık hizmetlerine erişebilir. Burjuvalar zaten işçi ve emekçilerin sırtından sağladığı “yüksek yaşam standartları” sebebiyle yoksullar kadar sağlık sorununa maruz kalmıyor. Sağlık sorunu yaşadıklarında da “son teknoloji” ile donatılmış hastanelerde tedaviye ulaşabiliyorlar. Yoksulların ise emek sömürüsü ile zengin olan burjuvaziyi bir de iyileşmek için para ödeyerek zengin etmesi istenir.
Öte taraftan bu sağlık sistemi, hastalıkları yaratan koşulları dikkate almadan sonuçları ile uğraşarak azami kâr alanı yaratır. Bu anlamıyla da burjuvaziye hizmet eder. Oysaki bataklığın kurutulması birçok hastalığın başından önlenmesini sağlar fakat hastalıklara neden olan maddi yaşam koşullarının düzeltilmesi burjuvazinin çıkarlarıyla uyuşmaz. Maddi koşulların düzeltilmesi demek burjuvazinin artı-değer sömürüsüyle yarattığı kârdan belli oranda feragat etmesi demektir. O bunu hiçbir zaman yapamaz. Sermaye daima azami kâr peşinde koşar. Dolayısıyla kapitalist sağlık sistemi de koşulları dikkate almayarak, kapitalist sömürünün sağlık sorunlarının (başta meslek hastalıkları olmak üzere) ortaya çıkmasındaki rolü gizler.
80’li yıllardan günümüze halkın sağlık alanında yaşadığı sorunları büyüten neoliberal politikaların uygulanması söz konusudur. 12 Eylül AFC’si ile başlatılan AKP döneminde hız verilen bu politikalar iki yönden sağlık sorununu derinleştirmiştir. İlk olarak neoliberalizm sermayenin artı-değer sömürüsünü yoğunlaştırmıştır. Buna paralel emekçi halk daha da yoksullaşmıştır. Artan sefalet koşulları doğal olarak sağlık sorunlarının da artmasına neden olmuştur. Tekellerin azami kâr sağlaması adına gıdalarda GDO’nun kullanılması, doğanın talan edilmesi, termik santrallerin, madenciliğin yaygınlaştırılması insan sağlığını tehdit eden, hastalıklara yol açan politikalar hayata geçirilmiştir.
Bu süreçte IMF-DB yapısal uyum projeleri ile birlikte sağlık alanı, sömürü ve kâr alanı haline getirildi. AKP döneminde yapılan yasal düzenlemelerle sermayenin azami kârı yasal güvence altına alındı. Neoliberalizmle, TC gibi yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerin kamusal alanları emperyalist sermayenin talanına açıldı. Böylece sağlığın metalaştırılması, hastanelerin ticarileşmesi, hastaların müşteri olması, doktor ve hemşirelerin işçileşme süreci hızlandı. Paran kadar sağlık daha bir görünür hale geldi. Yoksulların nitelikli sağlık hizmetlerine ulaşması zorlaşmış oldu. “Sağlıktan dönüşüm”, “reform”, “devrim” denilerek uygulanan neoliberal politikalarla devlet hastanelerinin fahiş faturalarını karşılayamayan halk bir nevi ölüme mecbur edildi. Basında hastane hastane dolaşan yaralılar yer almaya başladı. Parası olmadığı için tedavi edilmeyenler, ameliyata alınmayanlar ya da tedaviden sonra ücreti ödeyemediği için hastanelerde rehin tutulanlar birbirini izledi.
Dolayısıyla neoliberalizmle birlikte sağlığın da sınıfsal olduğu, burjuvazi ile ezilen halkın sağlıkta bile eşit olmadığı açık bir şekilde ortaya serilmiştir. Sağlık alanının bir sektöre dönüştürülmesi, emperyalist sermayeye tabi hale gelmesinin bir sonucudur. Hastanelere yatırım yapan sermaye oraları da fabrika gibi birer artı-değer üretme merkezine dönüştürdü. Bir fabrikada yılda ne kadar mal üretileceğinin garantisi verilmesi gibi hastanelerde de (özellikle şehir hastanelerinde) sermaye sahiplerine yıllık ne kadar hasta geleceğinin garantisi verilmektedir. Sistemin derdi insanların sağlığına kavuşması değil artı-değerin artırılmasıdır. Sağlık sisteminin emperyalist-kapitalist sistemdeki özü budur.
Egemenlerin “sağlıkta devrim” diye sunduğu tablo özetle böyledir. Bu öyle bir “devrim”dir ki onlarca yıldır bu alanda yaşanılan sorunları kangren haline getirmiştir. Yoksullar hastalıktan ölürken egemenler azami kâr peşinde koşmaktadır. Bu sistem yıkılmadan halkın gasp edilen yaşam hakkını dahi koruması mümkün değildir. Sağlık sorunu da sınıfsal bir sorundur ve ancak devrim yolu ile nihai çözüme ulaşacaktır. Ancak çoğunluğun çıkarlarının esas alındığı halkın iktidarıyla sağlık toplumsallaştırılabilir. Böyle bir düzende sömürüye yer olmadığı için halkın yaşam koşulları düzeltilecektir. Burada daha hastalıklar ortaya çıkmadan onu önleyen politikalar izlenecektir. Sağlık metalaştırılmayacak ve parasız hale gelecektir. Tıpkı Sovyetler’de, Çin’de olduğu gibi sağlık halka hizmet veren bir alan olacaktır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 26 Aralık 2019 tarihli 51. sayısından alınmıştır.