Sınıf mücadelesi tarihi göstermiştir ki devrimci mücadelenin zayıfladığı, karşı-devrimin saldırılarını artırdığı dönemlerde burjuva akımların devrimci saflardaki etkisi artmaktadır. Bu tür dönemlerde etkisini artıran akımların başında tasfiyecilik gelmektedir. Tasfiyecilik; devrimin, mücadelenin terkidir. İşçi sınıfını ve ezilenleri düzene peşkeş çekmekle eş anlamlıdır. Her daim proleter devrimciliği tehdit eden, onun temellerine saldıran bir burjuva ideolojisidir. Bu özellikleriyle devrimci saflarda en çok yıkımı ve tahribatı yaratmaktadır. Bugün de hem dünyada hem ülkemizde tasfiyeci ideoloji daha geniş kesimleri etkisi altına almıştır. Tasfiyeciliğin artan etkisini birçok şekilde gözlemlemek mümkün. Misal bugün liberal ve reformist kesimler tasfiyeciliği daha aleni ve sakıncasız bir biçimde savunmaktadır. TDH’nin önemli bir kesiminde revizyonist-reformist tezlere olan ilginin artması, legalizme olan yönelim gibi olumsuzluklar tasfiyeciliğin etkisinden bağımsız değildir. Yine Proletarya Partisi’nden kopan hizbin sağ-tasfiyeciliğin karakteri bu akımın saflarımızdaki etkisini göstermesi açısından önemlidir. Tasfiyecilik, devrimci mücadelenin gelişiminin önündeki en büyük engellerden biridir. Bilinmelidir ki tasfiyeci saldırılar püskürtülmeden, onun hedefindeki mücadele büyütülemez. Tasfiyeciliğe karşı etkin bir ideolojik mücadele, onu, her yönüyle daha iyi tanıyarak verilebilir.
Tasfiyeciliği daha yakından tanımak için öncelikle onun tarihsel olarak ortaya çıkış sürecine bakmak faydalı olacaktır. Burjuva ideolojisi olarak tasfiyecilik, devrimci saflarda ilk olarak Rusya’da 1905 devriminin yenilgisinin ardından görülmüştür. 1905 süreci burjuvazi ile o zamana kadar, iktidarın esas sahibi olan, feodal sınıfların iktidarı paylaşmasına yol açmıştır. Halk isyanından korkan feodal aristokrasi düzeni kurtarmak adına çareyi iktidarını burjuvazi ile paylaşmakta bulmuştu. Bu iki gerici sınıf güçlerini birleştirerek, 1905 ile birlikte ayağa kalkmış, proletarya ve halka karşı “Stolpyin gericiliği” denen karşı devrimci terör dalgasını başlatmıştı. İktidarın burjuvazi ile feodallerce paylaşılmasıyla oluşan yeni rejim, halkın monarşinin kaldırılması, demokratik cumhuriyet, toprak reformu gibi hiçbir talebini karşılamamıştı. Aksine devletin otokratik ve despotik karakteri güçlendirildi. Bu anlamıyla Rusya’da artık burjuva demokratik devrime önderlik edemeyeceğini, tarihsel olarak da tüm ilerici barutunu tüketmiş olduğunu net bir şekilde göstermiştir. Zira halk hareketinden, proletaryanın güçlenmesinden korkan burjuvazi feodalizmi tasfiye etmek yerine onunla uzlaşmayı ve güç birliği yapma yolunu seçmiştir. Burjuva demokrasisinden, örgütlenme özgürlüğünden vs.’den bunların proletaryayı güçlendirecek olması gerekçesi ile alenen vazgeçmiştir. Dolayısıyla oluşan yeni rejim ne devrimin asgari programında (demokratik cumhuriyet, toprak reformu, sekiz saatlik iş günü vs.) ne de RSDİP’in temel mücadele yöntemlerinde (illegal mücadelenin esas olması) bir değişimi gerektirmemişti. Buna rağmen RSDİP saflarında bir kısım partili (ağırlık olarak Menşevikler) illegal mücadele ve örgütten vazgeçmeyi savunmaya başlamıştır. Devrimin 1907’deki kesin yenilgisinin ardından oluşan rejimin otokratik karakteri değişmemesine dolayısıyla legal çalışmanın ve örgütlenmenin esas alınmasının devlet karşısında korunmasız kalınacağı açık olmasına rağmen bunda ısrar ettiler. Üstelik böyle bir rejimde egemenlerin çizdiği sınırlar içinde devrimci anlamda bir siyasal çalışma yürütülemeyeceği, devletin buna izin vermeyeceği de açıktı. Buna rağmen bu tasfiyeciler, illegal örgütün tasfiye edilmesini, onun yerini partiden bile sayılamayacak legal oluşumların alması gerektiğini savunmuşlardır. Tasfiyecilere göre devrimin karakteri burjuva demokratik devrimdir, dolayısıyla devrimin önderi de burjuvazidir! İşçi sınıfı ise onun destekçisi olmalıdır! O halde burjuvazi de feodalizmle uzlaştığına göre işçi sınıfı da “önderinin” peşinden gitmelidir! İllegal mücadeleyi bırakarak düzen içine demirlemelidir! Halbuki artık burjuvazinin burjuva demokratik devrime önderlik yapamayacağı, bu görevin proletaryanın omuzlarında olduğu, üstelik artan gücü sebebiyle bunu başarabileceği 1905 süreci ile kanıtlanmıştır. Ancak gözleri burjuva ideolojisi ile kararmış tasfiyeciler bu gerçeği “görmedi.” İşçi sınıfının burjuvazinin peşinden düzen içine çekilmesi gerçekte devrimden vazgeçmek olmasına rağmen bunu savundular. Politik devrim burjuvazinin insafına terk edilirken, işçi sınıfının reformlarla uzlaşması- yetinmesi istenir. Lenin önderliğinde Bolşeviklerin illegal örgüt ve mücadeleyi sıkı sıkı koruyarak mücadele ettiği bu sağ tasfiyeci akım yıllar boyunca bu özünü, hareket tarzını korumuştur. Yine o dönem Bolşeviklerin mücadele ettiği bir diğer tasfiyecilik türü “sol tasfiyeciliktir.” Bu tasfiyecilik türü de tüm legal alanların, mevzilerin terk edilmesini savunuyordu. “sol” görünümünün altında yatan elbette sağcılıktır. Zira savundukları aslında partinin kadrolarının karşı-devrimci terör karşısında geri çekilmesi kitlelerle tüm bağlarını kopararak saklanması ve faaliyetine “ara vermesidir.” Tarihte tasfiyeciliğin “sol” türü de görülmüştür ancak ekseriyetle sağ tasfiyecilik şeklinde görülmektedir. Ve “sol” tasfiyecilik, sağ tasfiyecilik kadar tehlikelidir. Her ikisine karşı ideolojik mücadele, devrimin gerçeği için kaçınılmazdır.
Tasfiyecilik ister sağ ister “sol” olsun burjuva ideolojinin etkisiyle devrimci saflarda ortaya çıkan bir sapmadır. Zira tasfiyeciliğin bir noktası devrimciliğin yerine reformizmi koymasıdır. Tasfiyecilik devrimin olabilirliğini, devrimci mücadelenin başarısını imkansız olarak sunar. Yılgınlık, kaçkınlık ve güvensizlik üretir. Reformlar için mücadeleyi “nihai zafer” olarak görür. Dolayısıyla sistem içi mücadeleyi adres gösterir ve bunun bir tercihi olmayıp zorunluluk olduğunu savunur. Reformist, yasalcı çizginin doğal sonucu olarak illegal mücadeleye ve onun aracı olan örgüte düşmanlık güder. İllegal ve silahlı mücadeleye çözümsüzlük sunar. Hatta bu mücadelelerin işçi sınıfına kaybettirdiğini, hakim sınıfların hak gasplarını büyütmesine olanak sunduğunu dahi söyler. Tasfiyeciliğin bunlara alternatif olarak gösterdiği düzen içinde yasal, etkisiz şekilsiz örgütlenmeler ve “mücadele”dir. İllegal ve silahlı mücadeleyi katı bir şekilde reddeder ve açıktan saldırır. Zaman zaman da “şimdi başarı şansı yok ileride deneyelim” tarzında örtülü biçimde kendini gösterir. “Tasfiyeciliğin özü, yer altının reddedilmesi tasfiyesi, onun yerine ne pahasına olursa olsun yasal olarak çalışan, biçimden yoksun bir örgüt konmasıdır. Bu nedenledir ki partinin reddettiği şey yasal çalışma üzerine ısrar değildir. Parti eski partinin adına parti denemeyecek biçimden yoksun ‘açık’ bir şey ile değiştirmesini kınamaktır.” (Lenin, Tasfiyecilik Üzerine, Sol Yayınları, s. 311)
İşte bu çizgisi nedeniyle taşıyanın “niyetinden” bağımsız bir burjuva ideolojisi olarak işçi sınıfının burjuvazinin bir eklentisi haline getirmenin aracıdır tasfiyecilik. “Zira bu akımın adres gösterdiği reformizm, işçi sınıfının devrimci militan yanını törpüler, devrimcilikten uzaklaştırır, sınıf bilincini dumura uğratır. Tasfiyecilik, işçi sınıfının içerisine burjuva fikirlerin taşınmasıdır. Zira reformizm legalizm, proleter ideolojiye yabancıdır, işçi sınıfının tarihsel misyonuna, devrimci niteliğine, amaç ve hedefine aykırıdır. Tasfiyecilik sadece işçi sınıfının eski partisinin tasfiyesi (yani sağıtılması, yıkılması) demek değildir, aynı zamanda proletaryanın sınıf bağımsızlığının yıkılması burjuva fikirleriyle sınıf bilincinin baştan çıkarılmasıdır.” (A.g.e, s. 255) İllegal örgüte ve mücadeleye duyulan düşmanlıkta esasen buradan gelir. Zira bu araçların ortadan kaldırılmasıyla proletaryanın sınıf bilincini ve bağımsızlığının yok edilebilmesinin ne kadar kolaylaşacağı görülür. Özcesi tasfiyecilik teslimiyet demektir. Devrimin yerine reformizmi koymanın nesnel karşılığı bu düzene teslim olmaktır. Reformizm devrimden vazgeçmek demektir. Kitlelerin kurtuluşunu imkansızlaştırmaktır. Reformizm sömürünün ve baskının devamı demektir. Dolayısıyla tasfiyecilik devrimcilikten vazgeçmektir. Proletarya yerine burjuvaziye hizmet etmektir. Yani tasfiyecilik karşı devrimci bir ideolojidir.
Bu ideolojinin kaynağı hiç kuşkusuz burjuvazidir. Her yönü ile onun çıkarlarına hizmet eder. Burjuvazi her zaman işçi sınıfını düzen içinde, denetim altında tutmak ister. Onun devrimciliğini öldürmek için can atar. İşçi sınıfının partisini yok etmek , yapamıyorsa da düzen içine çekerek etkisizleştirmeye çalışır. Bu hedefle fiziksel saldırılar (imha, katletme, tutuklama vb.) ideolojik saldırılarla tamamlanır. Bu doğrultuda işçi sınıfını devrimcilikten vazgeçirmek adına reformist-liberal görüşler yayılmak istenir. İllegal mücadelenin gereksizliği, devrimin imkansızlığı gibi burjuva fikirler ileri sürülüyor. Bu tasfiyeci fikirlere işçi sınıfı içine taşıyansa küçük burjuvazidir. Devrimci saflardaki küçük burjuvazinin kaçınılmaz varlığı tasfiyeciliğin yayılma zeminidir. Bilindiği gibi devrimci mücadelenin ivmelendiği dönemlerde küçük burjuvaların sistemle yaşadığı çelişkiler gereği kitlesel bir biçimde devrimci saflara akar. Hatta zamanla sayısal ağırlığı işçi ve köylü kökenli kadro ve militanları çok aşar. Küçük burjuva örgütler devrimci hareket içindeki ağırlığını arttırır. Bazıları, Marksizmin, devrimciliğin, silahlı-illegal mücadelenin söylemde en keskin “savunucuları ” olurlar. Lakin sınıf karakterleri ve çıkarları icabı, Marksizmi ve devrimciliği kavrayışları her daim çarpıktır. En keskin söylemlerle savundukları hatta pratikleriyle ortaya koydukları, “Marksist” oldukları dönemde dahi reformist bir anlayışla sistem ile uzlaşmaya meyillidirler. Onları Marksizme, devrimci saflara çeken güçtür, devrimci dalgalanmadır. Bu dalga değişmeye, aleyhe döndüğünde, süreç zorlaştığında, devrimci mücadelenin ivmesi düştüğünde safları ilk terk eden karakterleri gereği bu küçük burjuvalar olur. Bu süreçlerde küçük burjuva örgüt ve bireyler tasfiyeci ideolojiden -burjuva ideolojiden- en çok etkilenen kesimdirler. Ve daha önce devrimci safları doldurduğu hızla safları terk etmeye başlar. Tasfiyecilik bu kaçışın, kaçkınlığın ideolojisi -teorisi- gerekçesidir. Bu kesimler daha önce sözde en keskin biçimde savundukları silahlı-illegal mücadeleye sırtını dönmekle kalmaz küfür edecek düzeyde saldırırlar. Silahlı-illegal mücadelenin başarısız olmaya mahkum olduğundan, ülkemizde silahlı mücadeleye şartların uygun olmadığına kadar türlü türlü uyduruk teoriler ortaya atarlar. Amaç kendi kaçışlarını perdelemek, kendileri ile birlikte işçi sınıfı ve ezilenleri de düzenin bataklığına sürüklemektir. Tasfiyecilerin gerçek niyetlerini gizlemeleri tipik karakteridir. Şekilden şekle girerler. Nihayetinde burjuvazinin ideolojik bombardımanı ile birlikte küçük burjuvazinin kaçışının yaratmış olduğu ters rüzgar işçi sınıfı ve ezilen kesimler de etkili olabilir, hatta devrimci saflardan koparabilir. Veyahut devrimcilikte ısrar eden saflarda tutunmaya çalışan kesimler üzerinde liberal tahribatlar yaratabilir.
90’lı yıllarda yaşanan tasfiyeci dalga yukarıda aktardığımız sürecin net bir örneğini oluşturur. 70’li yıllarda devrimci mücadelenin ivmelendiği, Çin Halk Cumhuriyeti gibi sosyalist ülkelerin varlığı, RSE’nin sosyalist maskesini dahaca çıkarmadığı bir konjonktürde, ülkemizde küçük burjuvalar devrimci safları doldurmuştur. Önce 12 Eylül AFC’sinin silindir etkisi, ardından RSE’nin çöküşü, ve neoliberal ideolojik saldırıların yoğunlaşması başta Dev-Yol, TDKP gibi en kitlesel örgütler olmak üzere küçük burjuva hareketlerin önemli bir kısmı soluğu düzen bataklığında almışlardır.
Bugünde egemen sınıflar burjuva ideolojisiyle dünya çapında tasfiyeci rüzgarlar estirmeyi sürdürüyor. Daha dün tasfiyeci ideolojinin etkisiyle düzen içileşen, liberalleşen, reformistleşenler bugün alenen tasfiyeciliğin bayraktarlığını yapmaktadırlar. Bu kesimler hep birlikte devrimciliğe silahlı-illegal mücadeleye saldırmayı sürdürmektedir. Silahlı illegal mücadelenin gelişen teknoloji nedeni ile imkansızlaştığı gibi yılgınlık üretmeyi hedefleyen teoriler her tarafta dolaşmaktadır. Liberal teoriler allanıp pullanmakta, yine her zaman olduğu gibi reformizm tek “mantıklı” (!) yol olarak gösterilmektedir. Kitleler egemen sınıf kliklerinin peşinde “adalet ve demokrasi” mücadelesine çağrılmaktadır. “Toplumsal Barış” kisvesi altında sınıf iş birliği kutsanmaktadır. “Demokratik Cumhuriyet”, “Demokratik parlamenter sistem” “ortak vatan” söylemleri ile kitlelere sistemle uzlaşma formülleri zerk edilmektedir.
Tasfiyeciliğin devrimci hareket nezdinde önemli tahribatlar yarattığı açıktır. Denilebilir ki nu ideolojinin devrimci saflardaki etkisi zirve yapmıştır. Nitekim birçok devrimci yapının bugün liberal-reformist söylemler pratiklere saplanma nedeni bu etkidir. Proleter devrim, sınıfsallık adeta unutulmuştur. Kimi devrimci yapılar seçimleri adeta kurtuluş olarak sunabilmekte, CHP ile “demokrasi cephesi” peşinde koşabilmektedir. Küçük burjuva devrimci örgütlerle, reformist örgütlenmeler arasındaki ayrımın gittikçe silikleştiği bir dönemde yaşıyoruz. Devletin 2015’ten bu yana tırmandırdığı faşist saldırganlık küçük burjuva örgütlerde adeta bir şok etkisi yaratarak tasfiyeci düzen içi eğilimleri kuvvetlendirmiştir. Egemen sınıf kliklerinden birine seçimlerde destek sunulacak ve bu kliğin “zaferi” halkın zaferi olarak gösterilecek kadar düzen içileşme söz konusudur. İdeolojik ve politik anlamdaki düzen içileşme örgütsel anlamda da legalizme olan yönelimin artmasına neden olmaktadır. Nitekim bugün devrimci hareket içerisinde legalleşmeyi savunanlar çıkabilmektedir. Silahlı ve illegal mücadelede ısrar ediyor görünen kimi yapılar esas olan mücadele biçimini devrimci değil reformist bir içerikle ele almaya başlamışlardır.
Keza kolektiften kopan hizip, tasfiyeciliğin en çok etkilediği kesim olmuştur. Proletarya Partisi saflarında bulunan küçük burjuva ideolojiden etkilenen kadro ve militanların bir kısmını saflarında toplaması tesadüfi değildir. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi küçük burjuvazi tasfiyeci ideolojiden etkilenmeye en açık kesimdir. Bu etkilenim zamanla bu unsurların kolektifin siyasi çizgisine, MLM’ye güvensizlik duymasına neden olmuştur. Zamanla tasfiyeci-liberal etkiler, KP anlayışlarından, devrim ve ittifak teorilerine, taktiksel politikalara yaklaşıma kadar bir dizi alanda kendini göstermeye başlamıştır. Bu liberal yaklaşımları kolektifin komünist çizgisiyle uyuşmamaya başladığında önce kolektifi meşru olmayan yollarla kendi çizgilerine çekmeye, komünist çizgiyi tasfiye etmeye çalışmışlardır. Bunu başaramadıklarında, komünistlerin direnci ile karşılaştıklarında kendilerini kolektifinin dışına atarak, sağ tasfiyeciliği icat ettiler. Bugünse ideolojik olarak çürümenin, reformizme-liberalizme kayışın içerisindedirler. Bu anlamıyla tasfiyeci ideolojiden etkilenimin sonuçlarına ilişkin zengin deneyim sunmaktadırlar.
Nihayetinde tasfiyeciliğe karşı ideolojik mücadele, bugün MLM’lerin önündeki en önemli görevlerden biridir. Öncelikle ideolojik ve politik donanımımızı güçlendirmeliyiz. MLM’ye hakim olmalıyız. Tasfiyeciliğin ideolojik ve politik alandaki görünümlerini, arkasında yatan burjuva emelleri açığa çıkarmalı ve teşhir etmeliyiz. Sınıf mücadelesini ve devrimciliği geliştirmeli, her alanda yüksek sesle haykırmalıyız. Tasfiyeciliğe karşı, onun çıkmaz yol olarak gösterdiği devrimci mücadeleyi büyütmek en güçlü panzehirdir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 20 Şubat 2020 tarihli 55. sayısından alınmıştır.