2019 yılında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkarak tüm dünyaya yayılan korona virüs salgını can almaya devam ediyor. Virüse karşı tek çare olarak gösterilen aşıların üretimi ve tedarikinde yaşanan sorunlar pandeminin daha uzun bir süre halkların yaşamını cehenneme çevireceğini gösteriyor. Zira küresel ilaç tekellerinin kar hırsı nedeniyle aşı üretimi son derece yavaş ilerlemekte, aşılama yaygınlaştırılamadığı için de pandeminin (ölümcül salgın) kısa sürede ortadan kalkması mümkün görünmemektedir. Üretimin tek amacının kar elde etmek olduğu kapitalist sistemde, aşıda kaçınılmaz olarak metalaştırılmaktadır. Bu da tüm aciliyetine rağmen aşı üretiminin toplumsal ihtiyacı karşılayacak biçimde örgütlenmesine imkân vermemektedir. Dolayısıyla kapitalist-emperyalist sistemin salt sorununun yaratıcısı değil aynı zamanda çözümünde en büyük engeli olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
Koronavirüs ortaya çıktığı günden bu yana kapitalist-emperyalist sistemin tüm halk düşmanı karakterinin bir kez daha ve net biçimde ortaya serilmesine yol açmıştır. Virüsün ortaya çıkışında kapitalist tekellerin azami kar uğruna dünyanın dört bir tarafında doğayı talan ederek ekolojik dengeyi tarumar edişleri belirleyici rol oynamıştır. Ardından devletlerin ellerindeki devasa olanaklara rağmen önlem alma noktasındaki “acizlikleri” virüsün kısa sürede yayılarak pandemi haline gelmesine yol açmıştır. Toplumun değil bir avuç büyük sermayedarın çıkarını esas alan emperyalist-kapitalist devletlerin halkı virüse ve onun sosyal-ekonomik etkilerine karşı koruması da mümkün olmamıştır. “Gelişmiş” emperyalist metropollerde dahi virüs halkın yaşamını her alanda cehenneme çevirebilmiştir. Zira emperyalizm metropollerde de yarı-sömürgelerde de devlet burjuvazisinin devletidir. Bu devletlerin, burjuvazinin çıkarına hizmet etmeyecek bir adım atması mümkün olamaz. Bu sebeplerle de işçilerin pandemi sürecinde ücretli izne çıkarılması, halkın sağlık hizmetlerine ücretsiz erişimi gibi salgının yayılmasının önleyecek basit önlemler bile burjuvazinin çıkarları ile çatıştığı için hemen hiçbir ülkede hayata geçirilmemiştir. Sonuç ise milyonlarca yoksulun hayatını kaybetmesi, yaşamda kalanların ise açlık ve işsizlikle boğuşması olmuştur.
2020 yılının son aylarında çeşitli küresel ilaç tekellerince geliştirilen Covid-19 aşılarının bulunması ile egemenler artık salgının sonuna gelindiğini “müjdelediler!” Buna göre kısa sürede insanlar aşılanacak, dünya koronavirüs belasından kurtulacaktı. Ne var ki aşı üretiminin azami kar peşinde koşan birkaç küresel ilaç şirketinin inisiyatifine terk edilmiş olması, virüse karşı tek çare olan aşıların yeterince etkili bir şekilde kullanılmasını önlemektedir. Zira birkaç tekelin keyfine terk edilen aşı üretimi son derece yavaş gerçekleşmektedir. Aşının üzerinden aylar geçmiş olmasına rağmen henüz dünya nüfusunun çok küçük bir bölümü aşılanabilmiştir. Bu da aşılama hızındaki yavaşlığa bağlı olarak pandeminin daha uzun bir süre devam edeceğini göstermektedir. “Şimdiye kadar sadece 70 ülke kendi vatandaşlarını aşılamaya başlayabilmiş durumda ve dolayısıyla aşılama bu hızla devam edecek ise küresel düzeyde dünya nüfusunun örneğinin yüzde 75’inin aşıya ulaşması bir-iki değil en az altı sene sürecek.” (24.02.21, Cumhuriyet Gazetesi, Erinç Yeldan)
Esasında bilim ve teknolojinin gelişim düzeyi rahatlıkla kısa sürede tüm dünya nüfusuna yetecek düzeyde aşı üretilmesine dolayısıyla pandeminin ortadan kaldırılmasına imkân vermektedir. Ancak küresel ilaç şirketleri sırtlarını tekelci patent yasalarına dayanarak aşı teknolojisini paylaşmaya yanaşmamaktadır. Zira kapitalist üretim biçiminde üretim yegâne gayesi kar elde ederek sermaye biriktirmektedir. İlaç şirketleri de aşıyı toplumsal bir ihtiyacı gidermek için değil, kar elde etmek için üretmişlerdir. Toplumsal ihtiyacın aciliyeti, ilaç tekellerinin kar hırslarını daha da kamçılamaktadır. Sermeye azami kar peşinde koşar. Aşı üretimini denetiminde tutan birkaç ilaç şirketi “aşı piyasasında” da tekel kurarak, bu alandan beklenen yaklaşık 40 milyar dolarlık karı yutma arzusundandır. Dolayısıyla ilaç şirketlerinin, bu fahiş kardan feragat ederek, ellerindeki aşı teknolojisini paylaşmalarını beklemek büyük bir saflık olur. Yani eldeki devasa olanaklara, gelişmiş üretim kapasitesine rağmen, insanlar sırf birkaç tekelin daha fazla kar elde etmesi adına göz göre göre ölüme sürüklenmektedir. Üretici güçler üzerindeki burjuvazinin mülkiyet tekeli, bunları (bilimi-teknolojiyi-sanayiyi vb.) toplumun yararını esas olacak şekilde kullanmayı önlemektedir. Bu sebeple aşı üretimi ilaç tekellerine terk edilmekte, halkın kısa bir sürede aşıya erişimi mümkün olmamaktadır.
Aşı üretiminde ortaya çıkan bu sorunlardan esas olarak yoksul ülkelerin etkilendiğini belirtmek gerekir. Yerli sanayisinin gelişimi emperyalist sömürü nedeniyle engellenen yarı-sömürge ülkeler, aşı üretiminde de doallığında emperyalist ilaç tekellerine bağımlı durumdadır. Ancak emperyalist ülkeler dünya haklarını sömürerek elde ettikleri zenginliğin gücü ile aşı tedarikinde de önceliği ele almışlardır. Zaten son derece yavaş üretilen aşılar öncelikle emperyalist ülkelerde kullanılırken, yarı-sömürge ülkelerin birçoğu henüz tek doz aşı bile elde edememiştir ve yakın bir gelecekte elde edemeyeceğe benzemektedir. Nitekim “ABD, 1.2 milyar doz aşı siparişi ile kendi nüfusunu iki kez aşılayabilecek bir stoku garantiye almış durumda” iken “17 Ocak tarihli Economist dergisi 85 yoksul ülkenin aşıya erişimini 2023 sonrası olarak tahmin etmektedir.” Yine bir başka karşılaştırmada “2021 sonuna değin zengin ülkeler kendi nüfuslarını nerdeyse üç kez aşılayabilecek konumda iken, 70 yoksul ülkede sadece on insandan birisi aşıya ulaşabilecek” (24.02.21, Cumhuriyet Gazetesi, Erinç Yeldan) denmektedir. Özcesi emperyalist-kapitalist sistemin doğal bir sonucu ve dayanağı olan, dünyanın bir avuç zengin emperyalist ülke ile yoksul ülkeler temelinde bölünmüşlüğü, aşı tedarikinde de kendini bir kez daha göstermiştir. İlaç tekellerinin kar hırsının bedelini en çok yarı-sömürge ülkelerde yaşayan halklar ödemektedir. Yarı-sömürgelerde salgının son bulması, en azından kontrol altına alınması çok daha fazla vakit almaktadır.
Sonuçta emperyalist-kapitalist sistem halk düşmanı özünü aşı vesilesiyle bir kez daha açık etmiştir. Bu sistemde aşı gibi hayati ürünler bile bir kar nesnesi olarak görülmektedir. Salgın gibi şartlarda bile öncelik toplumsal ihtiyaçlara değil, kar elde etmeye verilmektedir. Bilim ve teknoloji, halkın gereksinimlerinin değil, sermayenin hizmetine koşulmaktadır. Son koronavirüs sürecinde de net bir şekilde görüldüğü üzere bu sistemde halkların canı bir teferruattan öte değildir. Çözüm ise kâr için değil, halkın ihtiyaçları için üretim yapılan, bilim ve teknolojinin halkın hizmetine koşulduğu sınıfsız ve özgür dünyadadır.