ABD ve Batı emperyalizmi, olası emperyalist paylaşım savaşından galebe çıkmak için Orta Doğu’yu yeniden dizayn etmektedirler. İlhakçı devletler de hem emperyalistlerle ilişkilerini hem de Kürt ulusal güçleriyle ilişkileri yeniden biçimlendirmektedirler. Bu yeni süreçte halklar bir kez daha izleyicidir. Kürt ulusal güçleri kapılarını uzlaşmaya açmış olsa da onların nezdinde de sürece belirsizlik ve güvensizlik hâkimdir.
Irak ile IKBY arasındaki memur maaşı ve petrol gerilimi, IKBY’deki petrol sahalarının bombalanması; İran’ın PJAK’ı hedef alan saldırıları; ABD ve TC’ye dayanan HTŞ’nin, Rojava’daki de-facto yönetimi çöktürme planları; TC’nin “Terörsüz Türkiye” söylemi gibi olgular UKKT hakkını yadsıyan “çözümlerin” çözümsüzlük olduğunu göstermektedir.
FAŞİZMİN BEKA MESELESİ: “BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜK”
Geçtiğimiz haftalarda HTŞ’nin ve desteklediği cihatçı aşiretlerin Dürzilere yönelik saldırıları Suriye ile İsrail arasındaki gerilimi tırmandırmış ve İsrail “Dürzileri koruma” bahanesiyle Suriye’ye askerî müdahalede bulunmuştu. Uluslararası aktörlerin devreye girmesiyle -hâlâ devam eden- ateşkes görüşmeleri gündeme gelmişti. Bu sırada Dürziler SDG’ye Rojava ile Süveyda arasında güvenli koridorlar temin etmesi ve kendilerini hedef alan saldırılara karşı durması yönünde çağrılarda bulunmuştu. Dürzi lider Hikmet el-Hicri Süveyda’yı “felaket bölgesi” ilan etmiş ve “kardeş Kürtlerle bağlantı yollarının açılmasını” talep etmişti.
Devlet Bahçeli’nin, Dürzilerin “güvenli koridor” talebine ilişkin yaptığı “Süveyda’dan kuzeye açılacak koridor şeytan koridorudur, Suriye’nin bölünmesidir, Türkiye’nin hedef alınmasıdır. PYD/YPG terör örgütünün Siyonist tuzağa kapılmadan, maksimalist heveslere aldanmadan 27 Şubat İmralı çağrısına müzahir hareket etmesi de en azından kendi hayrına olacaktır.” açıklaması, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt ulusu ve diğer azınlıklara yönelik tutumunun ardındaki ırkçı-faşist karakteri bir kez daha gözler önüne sermiştir. Daha önce de YPG’yi “…aman diyeyim, buradaki karışıklığı fırsat bilip istenmeyen bir duruma girişmesinler.” diye uyaran Hakan Fidan, “Bölünme dışında ne konuşuyorsanız konuşun. Ne talepleriniz varsa yapın. Biz bu konuda nasıl yardımcı olacaksak olalım; ama bunun ötesine geçtiğiniz zaman biz kendimizi tehdit altında tutmayız.” diyerek Kürt ulusuna, Dürzilere ve diğer azınlıklara “müdahale ederiz” tehdidinde bulunmuştu.
27 Şubat çağrısını fırsat bilen TC, SDG’nin “geçici hükümet”le bir anlaşma için adımlar atmasını ve silah bırakmasını beklediğini gizlememektedir. ABD’nin SDG’ye olan açık desteğine rağmen, TC’nin Suriye’deki Kürt ulusal kazanımlarını bertaraf etmeyi amaçlayan beklentileri ABD ve Batı emperyalizminin SDG ile kurduğu askerî, siyasî ve ticarî ilişkiler nedeniyle karşılık bulmamaktadır. Rojava yönetiminden İlham Ahmed Suriye’deki sürecin bir silahsızlanma değil, entegrasyon süreci olduğunu vurgulayarak TC’nin beklentilerini boşa çıkarmıştır.
KOMİSYONUN İŞLEVİ NE?
PKK’nin sembolik silah bırakma töreninin ardından, TC’nin somut adımlar atması bekleniyordu. Gelinen aşamada, “yeni süreç” doğrultusunda kurulan komisyon için Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın koordinatörlüğünde, Meclis’teki siyasî partilerle yoğun bir görüşme trafiği yürütüldü.
Bu görüşmelerde Kalın’ın, beş aşamalı bir yol haritası sunduğu, buna göre sürecin dördüncü aşamasında, yani silah bırakma aşamasında olunduğu ifade ediliyor. Erdoğan’ın “iç cephe” vurgusu, Bahçeli’nin 22 Ekim tarihli çağrısı ve Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “barış ve demokratik toplum” açıklaması geride kalan ilk üç aşama olarak kabul ediliyor.
Son aşama ise “örgütün lağvedilmesi”ni içeriyor. DEM Partili vekiller de komisyonun önceliğinin silah bırakan PKK’lilerin durumu olacağını, ilk meselenin silahsızlanma olacağını vurgulayarak beş aşamalı sürecin dördüncü aşamasını doğrulamaktadır. Bununla birlikte iktidar blokunun CHP’ye yönelik operasyonları neticesinde CHP’nin komisyonda yer alıp almayacağı da gündemdeki tartışma maddelerinden biri oldu. CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, komisyona dair tutumlarını şu sözlerle ifade ediyor: “CHP komisyona katkı vermek istiyor, Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı vermek istiyor ancak bu kayıtsız şartsız değildir.” CHP’nin bu yaklaşımı, hem Meclis’te ana muhalefet partisi olarak üstlendiği konumla hem de iktidar blokunun yön verdiği sürece dahil edilme biçimiyle doğrudan ilişkilidir. Yeni anayasa çalışmalarının da gündemde olduğu “süreç”te CHP’nin ikinci büyük parti olması, iktidar blokunu istikrarsızlaştırıcı bir potansiyel taşıması vesilesiyle belli tavizler vermeye zorlayacaktır.
BAYIK’IN ÇELİŞKİLERİ: YEL KAYADAN NE KOPARIR?
Komisyonun kurulmasına dönük hazırlıklarda TC, ne silah bırakan gerillaların ne de Kürt ulusal haklarının “yasal zemini” için bir adım atmıştır. KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’ın “Komisyon, dağda kalanların cezasını belirleyip ona göre adım atmak istiyor. Bu, meseleyi sadece silah bırakma üzerinden ele almaktır. … Hâlâ terör yasalarını uyguluyorlar. Komisyon özgürlük yasalarını geliştirmedikçe, demokratik entegrasyon yasalarını oluşturmadıkça çözüm olmaz. … Eğer Türkiye Rêber Apo’nun koşullarında değişiklik yapar, tecridi kaldırır, özgürlük yasaları geliştirilirse, demokratik entegre yasaları geliştirilirse o zaman zemin yaratılır ve biz de silahları bırakabiliriz. Böyle olmadığı sürece kimse bizden silah bırakmamızı isteyemez. … ‘Terörsüz Türkiye’ diyerek Kürt sorununu örtbas ediyorlar. Kürtçe konuşma hakkı dahi gündemlerinde yok. Sorunun adını koymadan nasıl çözecekler?” açıklaması komisyonun işlevini teşhir etmektedir. Ancak aynı açıklamada Bayık, sürecin bozulması durumunda tekrar silahlara sarılmayacaklarını vurgulayarak “Artık askerî bir savaş istemiyoruz, yeterince yaşandı.” söylemiyle de geri dönülmez bir noktada olduklarını itiraf etmiş oluyor.
Bu açıklama, yalnızca PKK’nin uzlaşmacı çizgisini yansıtmakla kalmıyor; aynı zamanda bu çizgiyi de aşan, dışarıdan dayatılan bir iradenin etkisini açığa vuruyor. Orta Doğu’nun yeniden dizayn edildiği bir dönemde yapılan bu tür beyanlar, bölgesel güç dengeleriyle uyumlu bir politik pozisyon alışın izlerini taşıyor.
UZLAŞMACI ÇİZGİ VE DEVLETİN ROLÜ
DEM Parti ise bu yeni süreçte “özel aracı” misyonunu üstlenmiş görünüyor. Otuz yıllık uzlaşmacı çizginin nihayet bir karşılık bulması açısından, bu yeni rol partiye kendini “bulabileceği” (!) bir fırsat sunmaktadır. Uzlaşmanın yarattığı handikaplarla boğuşmalarına rağmen, partideki birçok “uygun kişilik” kendi içinde tutarlı bir çizgide ilerlemektedir. Ancak kimi “sosyalist”lerin, DEM Parti’nin ideolojik yönelimini görmezden gelen ve onu yalnızca söylem üzerinden eleştiren yaklaşımları, bu gerçeklik karşısında etkisiz kalacaktır.
Devlet, bir yandan “kardeşlik” söylemini güçlendirmek için infazını tamamlamış ya da defalarca infazı yakılmış PKK’li tutsakların tahliyesine izin vererek “ihtiyacı” karşılamış görünüyor; öte yandan ise “teröre büyük darbe vurulduğu” propagandasını sürdürüyor. Amed surlarına üç hilalli bayrak astıran MHP’nin, ayrıca Bahçeli’ye övgüler dizen bir pankartta “Terörsüz Türkiye’nin baş mimarı Devlet Bahçeli” ifadelerine yer vermesi; Kürt Dil Bayramı’nda yalnızca Kürtçe hizmet verme kararı alan bir esnafın “bölücülük” suçlamasıyla 1 ila 8 yıl hapis istemiyle yargılanması; Kürtçe müzik dinlediği için sokakta polis işkencesine maruz kalan bir ailenin gözaltına alınması gibi örnekler, son günlerde yaşanan gelişmelerden bazılarıdır.
Devlet, Orta Doğu’daki dengelerin değişimini bir fırsat olarak görüp sürece yön vermeye çalışmaktadır. Bu nedenle “çözüm” iddialarına rağmen Kürt halkına karşı güç politikalarını sürdürmekte, şovenizmi farklı biçimlerde yeniden üretmektedir. Sonuç olarak, devlet Kürt halkına yönelik tahakküm politikasında bir değişim duygusu da veremezken sürecin akıbeti hayal kırıklığı olmamalıdır, malumun ilanı olmalıdır. Hazırlığımız bu yönde olmalıdır.