Ekonomik ve politik krizin derinleşmesiyle birlikte kitlesel düzeyde mevcut hükümetten hoşnutsuzluk artmakta, “tek adam” odaklı da olsa faşist diktatörlüğe karşı biriken öfke, sokak ya da mücadele bağlamından bağımsız bir şekilde dillendirilmektedir. Bu öfkenin ya da dillendirmenin tek nedeni elbette yaşanan krizler değildir. Bu krizleri doğuran ve krizlerin derinleşerek büyümesini sağlayan; faşist diktatörlüğün iyiden iyiye teşhir olması -öyle ki biraz geç de olsa bazı güruhlar tarafından ‘ülkede faşizm var’ tespitleri yapılmakta-, içte klikler arası çatışmanın kitlelere “mal edilmesi”, ekonomik krizin çok açık şekilde halka fatura edilmesi, Kürt düşmanlığının ve şovenizmin zirve yaptığı bir süreçten geçilmesi gibi birçok neden sayılabilir. Bu saydığımız nedenler faşist diktatörlüğün kuruluşundan beri var olan olgular olsa da verili koşullarda özgün olarak çok daha “sinir uçlarına dokunan” bir hal almış durumdadır. Bundan dolayı var olan hoşnutsuzluk, beraberinde yeni bir “alternatif” tartışmasını getiriyor.
Bu alternatif tartışmaları ülkemizde esasta seçim odaklı olarak sürmektedir. Her süreçte mevcut hükümet ya da koalisyonlar egemenler nezdinde miadını doldurduğunda yerini sistemi kendisinden daha iyi sürdüreceklere dümeni bırakmıştır. Bu gerçeklik, halk kitlelerinin muhalefetiyle iç içe geçtiği ve klikler savaşı eksenli yürüdüğünden esasta “çok kolay” bir geçiş süreci yaratmamaktadır. Fakat son tahlilde yeni hükümet, emperyalizmin ve onun işbirlikçisi hâkim sınıfların gereksinimlerini öncekinden çok daha iyi karşılayacak pozisyonda olmak zorundadır. Doğallığında da “beka sorunu” belirleyici olmaktadır. Devletin bekası; emperyalizme göbekten bağımlılık, halka düşmanlıkta bakiliktir.
ERDOĞAN KARŞITLIĞINA DAYALI “DEĞİŞİM”
Son süreçte yine Erdoğan karşıtlığı üzerinden şekillenen seçim ya da “değişim” tartışmalarına şahitlik etmekteyiz. Tartışmalardaki temel güçler ise yine meclisteki “üç büyük parti” olmaktadır. Bu güçlerin bir tarafını
MHP’yi kendine yedekleyen AKP ve CHP gibi düzen partileri oluştururken diğer tarafı ise HDP oluşturmaktadır. Hükümet, meclis, seçim vb. gibi tartışmalarda HDP’nin varlığı dahi önemli bir güç oluşturmaktadır. Öyle ki her türlü inkâr siyasetine rağmen faşist partiler cephesinde dahi kendileri açısından denize düşüldüğünde sarılacak yılan pozisyonundadır. Saydığımız bu faşist güç ve ittifakların sadece son belediye seçimlerinde HDP’ye ve HDP seçmenine yönelik yaklaşımlarına baktığımızda dahi bu açıkça görülecektir.
Altını çizmek istediğimiz konu tam burada başlamaktadır. Sistemin partileri HDP’nin kendi kimliğinden bağımsız bir şekilde HDP’ye roller biçmekte, özellikle seçim zamanları da bu role uygun şekilde “geri dönüşler” beklemektedir. Bahsini ettiğimiz klik dalaşının bir parçası olarak HDP’yi (oylarını) kimi zaman boykot, kimi zaman açıktan destek isteyecek şekilde bir “çare” olarak görmekteler. HDP’nin gücü olduğu ve önemli sayılabilecek bir potansiyeli harekete geçirebildiği de bilinmektedir. Öyle ki seçim sonrası değerlendirmelerde faşist kliklerin iki ucunda “HDP sayesinde” ve “HDP yüzünden” olmak üzere zıt iki değerlendirme olağan olmaktadır, yine olması da şaşırtmayacaktır.
Sistem açısından HDP’ye biçilen kimliksiz rolün önemi büyüktür. Burada rolden çok, esasta “kimliksizlik” önemsenmeli ve ciddiye alınmalıdır. Bu bir yanıyla Kürt ulusal mücadelesi ve HDP’ye doğrudan bir saldırı olduğundan boşa çıkartılması gereken bir konudur diğer yanıyla geniş yığınlara faşist partilerin teşhiri olarak önemli argümanlar yaratmaktadır. Öyle ki son belediye seçimlerinde ters orantılı da olsa faşist partilerin tabanı, “teröristlerden oy istiyorlar” gibi argümanlarla diğer kliklere yönelmişti. Onların bir kısmı açısından dahi “kabul edilemeyecek” bir durum olan bu mesele, HDP için önemli bir teşhir ve mücadele argümanı olacaktır.
Bu noktada HDP’de eleştirilmesi gereken tutumsa; bu kimliksizleştirme saldırılarına karşı demokrasi mücadeesinde kendine ve gücüne güvenen, harekete geçirdiği kitleye rağmen temelde doğru politikalar ışığında net, berrak ve tutarlı tavır takınmamasıdır. Bu noktada “kimliksizleştirme” saldırılarına ters oranda HDP’nin “kimliği”ne odaklanmak, en azından neden bu eksikliğe sahip olduğunu gösterecek bir tahlil olacaktır. HDP’nin ideolojik-politik gıdasını aldığı sınıfsal konumlanışından bağımsız, demokrasi mücadelesinin en kuvvetli cephelerinden biri olduğu da aşikârdır. Faşist diktatörlüğün çeşitli kliklerinin kendi üzerinde bir nevi tahakküm kurmak istemesi ya da esasta hiçbir çözümün olmadığı düzen içi mindere çekilmek istenmesinde HDP’nin “denge siyaseti” belirleyici olmaktadır. Bu denge siyaseti, ciddi bir kitleyi harekete geçiren HDP’yi faşist kliklerin ilgisine mazhar etmektedir. Kürt ulusal mücadelesi ve HDP zaten varlığıyla dahi her zaman bu kliklerin radarında olmaktadır ve olacaktır. Faşizmin bu ilgi hali, Kürt ulusal mücadelesini ve onun tüm araçlarını yok etmek, yok edemediğinde de kaybı en aza indirmeye odaklı olmaktadır.
Krizin etkisiyle hoşnutsuzlukların ve buna karşı alternatif arayışlarının artacağı açıktır. Her ne kadar “sistem alternatifi” bir konumlanışı olmasa da HDP ve yürüttüğü demokrasi mücadelesinin bugüne kadar bu denli etkili olmasının nedeni Kürt ulusal mücadelesi ve halkın mücadelesinden beslenmesi, özellikle belli dönemlerde HDP’nin kitleyle daha dinamik bağlar kurması, militan ve iradeli bir konumlanış sergilemesiyle olmuştur. HDP’lilerin katledildiği, vekil ve belediye başkanlarının tutuklandığı, organize kayyum saldırılarının yaşandığı, her fırsatta kapatma tehdidiyle geri adım attırılmaya çalışıldığı bir süreçte, bu mücadele pratiğinin daha etkili biçimde sürdürülmesi, HDP’yi faşist klikler nezdinde -esasta geri adım atma anlamına gelen- “uzlaşma” ekseninden de çıkaracaktır. Bu eksenden çıkma ya da denge siyasetini bırakma HDP’ye mevzi kaybettirmeyecektir. HDP’nin bugüne kadar kazandığı mevziler çetin bir mücadeleyle olmuştur. Hatta denilebilir ki HDP’yi denge siyasetinde “güçlü” kılan da bu çetin mücadelelerin birikimidir. Fakat bu güçlülük halinin, faşist kliklerin manipüle edebileceği ya da kendine yedekleyebileceği bir konumlanışa dönüşme riski de vardır.
Faşist diktatörlüğün tutumu nettir: Kürt ulusal mücadelesi ve onun önemli bir gücü olan HDP’yi saf dışı bırakmak, bunu başaramadığında sisteme yedeklemek. Öyleyse HDP’nin tutumunun da bundan daha net olması gerekmektedir. Olası bir seçim sürecinde en önemli tartışmalardan birini “ittifaklar” meselesi oluşturacak, HDP’nin kendisinden dahi habersiz bu tartışmalara dahil edileceği aşikârdır. Faşizm, seçimler aracılığıyla saldırılarını maskelemede belki eski belki yeni kuklalar “seçecek”, buna önemli bir kitleyi etkileyen HDP’yi de dahil etmek isteyecektir. Bu, bugün “HDP’yi kapatma” tehditleriyken yarın seçim arifesinde açık ya da gizli “ittifak” talepleri olacaktır.