“Yalnızca sınıf mücadelesini kabul edenler henüz Marksist değildirler… Ancak sınıf mücadelesini kabul etmeyi proletarya diktatörlüğünü kabul etmeye vardıran bir kimse Marksisttir. Marksist ile sıradan küçük (aynı zamanda büyük) burjuva arasındaki en derin ayrımı oluşturan şey budur. Marksizmin gerçekten kavranıp kavranmadığı, kabul edilip edilmediği bu denektaşında sınanmalıdır.” (Lenin)
İnsanlık tarihini ve toplumları analiz ederken üretim ilişkileri ve sınıfları temel ele almak Marksist bilimin ayırt edici noktalarındandır. Ancak ne sınıfları ne de sınıf mücadelesini kabul etmek henüz yeterli değildir. Lenin yoldaşın belirttiği gibi bunu proletarya diktatörlüğünün kabulüne vardırmak gerekir ve küçük burjuva devrimcilerle komünistleri ayıran temel nokta budur. Kuşkusuz bu kabul iradi bir zorlama değil bilimsel bir gerçeğin kabulüdür. Sınıflı toplumdan sınıfsız topluma geçiş için zorunlu bir aşamanın tanımlanması, sınıf mücadelesinin aksatılmaması gerçeğinin ifadesidir. Aynı şey üretim ilişkileri, sınıflar ve işçi sınıfının politik iktidar mücadelesi için de geçerlidir. Hiçbiri keyfi ya da iradi olarak belirlenmiş değildir; hepsi de tarihin bilimsel bir incelemesinden, Marksist bilimin temel analizlerinden ileri gelen doğrulardır.
İŞÇİ SINIFI TEORİSİ, SINIF PRATİĞİNE DÖNÜŞMELİ
Bu bilimsel gerçekleri yani işçi sınıfının iktidar mücadelesinde düğümlenen olguları özellikle vurgulamalıyız. Çünkü adının başına “Marksist”, “sosyalist” ya da “proleter devrimci” takıları getirse de devrimci-demokratik yelpazede bugünkü pratiğe damgasını vuran şey aslında küçük burjuva devrimciliği ya da reformizmdir. Sınıfsal çelişkiler ve özellikle işçi sınıfı, birçok hareketin teorik olarak reddetmediği ancak politikada ve pratikte ciddi biçimde reddettiği bilimsel olgulardır. Reddedilenin aslında Marksizm olduğu, pratiğin de küçük burjuva bir pratik olduğu açıktır. Sınıfsal çelişkiler yerine başka çelişkilerin ve özellikle sınıflar üstü kimliksel çerçevelerin; proletarya yerine ise küçük burjuvazinin geçirildiği yerde ideolojik, politik, örgütsel, kadrosal veya pratik bin bir çeşit sorunla yüzleşmek de kaçınılmazdır. Bu nedenle teori ile pratik, hedefler ile yürünen yol özgülündeki çelişkilere hakim olmalıyız. Bu durum gerçeğin kavranması ile de ilintilidir ve anlaşılmaz görünen birçok iç çelişkinin kaynağına ulaşma olanağı, buna bağlı olarak da sınıf mücadelesinin ilerleme dinamiğinin yakalanması buna bağlıdır.
Bu teori ve pratik sorununu komünist hareket için de ortaya koymak ve özellikle şehir çalışmalarında hedef kitle ve sınıf bağlamında tartışmak zorundayız. Çünkü bu noktadaki ideolojik dalgalanmalardan kolektifimiz de etkilenmektedir. Marksist-Leninist-Maoist ideolojiyi benimsediği halde işçi sınıfını bugünün sorunu olmayan teorik-kitabi bir olgu olarak ele almak tam da vurguladığımız küçük burjuva devrimciliğinin bizde de yansıma bulan tezahürüdür. Oysa ideoloji soyut değil somuttur. Her ideoloji bir toplumsal sınıfa tekabül eder ve o sınıf aracılığıyla toplumda ve siyasette yansımasını bulur. İşçi sınıfı ve onun devrimdeki önderliği de bu şekildedir. İşçi sınıfının önderliği ve parti inşası hakkında MLM teoride ortaya konanlar bize, işçi sınıfının örgütlenmesi meselesi, partiye katılım sorunu, parti tarafından verilmiş bilinçle partinin sınıf bilinçli öznelerle donatılması meselesi ideolojik önderliği etkileyen önemli bir durumdur. Bizimki gibi kır ve şehir küçük burjuvazisinin toplumda büyük bir yer kapladığı ülkelerde, işçi sınıfının önderliği sorunu çok daha önemlidir. Toplumsal yapıya uygun olarak belirlenen temel çalışma alanları, partimiz saflarına küçük burjuva kökenli birçok yoldaşın katılımını beraberinde getirir. Bu, demokratik devrim mücadelemizin doğal ve gerekli bir özelliğidir. Bu yoldaşların devrimci mücadeleler içerisinde, parti saflarında eğitilmesi ve dönüştürülmesi (proleterleştirilmesi) partimizde işçi sınıfı ideolojisinin hâkimiyeti için zorunludur.
SONUNA KADAR DEVRİMCİ TEK SINIF PROLETARYADIR
İşçi sınıfı, toplumun en ileri ve sonuna dek tek devrimci sınıfıdır. Bu ilk başta onun üretim ilişkileri içerisindeki konumundan ileri gelir. Ekonomik mülkiyete sahip olmaması ve işgücünü burjuvaziye satmadan yani artı-değer sömürüsüne tabi olmadan kendisinin ve ailesinin yaşamını sürdüremeyecek olması onun en devrimci sınıf olmasında belirleyicidir. İşçi sınıfı aynı zamanda toplumun son devrimci sınıfıdır. Kendisiyle birlikte diğer ezilen sınıf ve katmanları kurtaracak ve tüm toplumsal sınıfları ortadan kaldıracak olan işçi sınıfından başkası değildir. Bu nedenle çağımızda komünizmi siyasal olarak temsil eden sınıf da işçi sınıfıdır.
İşçi sınıfının toplumsal sınıflar içerisindeki belirleyici yeri esas olarak onun sonuna kadar devrimci tek sınıf olmasından kaynaklanır. Bu aynı zamanda onun tarihin en devrimci ideolojisine sahip olduğunu gösterir. İşçi sınıfı gelişen ve geleceği temsil eden sınıftır. Bu nedenle onun gücü nicel varlığıyla değil üretimde ve toplumda üstlendiği rol ile diğer bir deyişle nitel varlığıyla ölçülür. İşçi sınıfının üretimden gelen gücü, o olmadan hiçbir şey olmayacağını bize kanıtlar. Üretim içerisindeki bir aradalığı ve disiplini onun birliği ve örgütlü mücadelesinin de temel koşulunu oluşturur. Bu yönüyle de işçi sınıfı diğer toplumsal sınıflara nazaran en örgütlü ve dinamik sınıf olarak ayrı bir yerde durur.
Ve bu noktada tekrar tekrar tartışılması gereken şey; sınıfsal çelişkileri temel alma ve işçi sınıfını örgütleme sorununun birçok seçenek içerisinden herhangi bir tercihte bulunmak olmadığı, bu tercihin bilimsel bir zorunluluk ve aynı zamanda komünist olmanın ölçütü olduğu gerçeğidir. Bu nedenle bizim nezdimizde işçi sınıfı içerisindeki çalışmalar, bu alandaki çalışmalar geriye düştüğünde ya da işçi sınıfı hareketinde iniş veya çıkışlar olduğunda hatırlanacak görevler değildir. Tam tersine en başta ve sürekli olarak yapmamız gereken çalışmalardır. İşçi sınıfı içinde örgütlenme çalışmalarını faaliyetlerde geri plana almak, önemsizleştirmek sınıfın rolüne dair bir kavrayışsızlığın sonucu olarak görülmelidir.
ÖZ VE İÇERİK BİÇİMİ BELİRLER
Bu noktada kolektif saflarında sınıfsal çelişkiler ile mücadele araçları ve mekânlar özgülünde yanlış birtakım karşıtlıklar kurulduğunu belirtmek gerekir. Proleter devrimci mücadelenin sınıfsal çelişkilerde, özelde de işçi sınıfı çelişkisinde tanımlı içeriği ile örgütlenmenin bölgesel/mekânsal niteliği ve yine araçlardaki çeşitliliğin ilişkisi doğru kurulamamaktadır. Bu nedenle de çalışmalar birbirini beslememekte, kendini tekrar eden tartışmalar ortaya çıkmakta, ciddi bir zaman ve emek kaybı yaşanmaktadır. Öz ile biçim arasında, kavrayış ve şekilleniş eksikliğinden ileri gelen bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Örneğin işçi sınıfının örgütlenmesi dediğimizde, işçilerin üretim alanları (fabrika) ve yaşam alanları bir bütünün parçaları olarak ve iç ilişkisi dahilinde ele alınmak yerine birbirinden koparılmaktadır. İşçi sınıfının örgütlenmesinde esas yönelim üretim alanlarına dönüktür; çünkü diğer her çelişkiden daha yoğun olarak bu sınıf çelişkisi üretimin (artı-değer) kendisinden kaynaklanır. Kuşkusuz bununla sınırlı değildir ancak çelişkinin ana kaynağı ve merkez üssü burasıdır. İşçinin diğer her çelişkisi, üretim alanındaki çelişkinin genişletilmiş ve farklılaşmış biçimleridir. Bu nedenle de sınıfın örgütlenmesi nerden, nasıl ve hangi araçla başlarsa başlasın üretim alanlarına; sınıfın sömürüsünün ana mekanizmasına ve aynı zamanda sınıfın üretimden gelen gücüne yönelir, yönelmek zorundadır. Bunu belirleyen çelişkinin kendi içeriğidir; doğal olarak biçimi de belirlemekte ve ona yön vermektedir. İşçinin sınıf çelişkisi içeriğin kendisi; fabrika, semt, parti, sendika, dernek vb. ise bu içeriğin şekillendirdiği biçim, mekân ve araçlardır.
İKİ FİKİR TEK DOĞRU: SINIF ÇELİŞKİSİ ÖRGÜTLENMELİDİR
Bu noktada iki yanlış anlayış ya da kafa karışıklığıyla mücadele etmek gerekir. Bunlardan birincisi, emekçilerin yoğun olarak yaşadığı semtlerdeki genel faaliyetlerin işçi sınıfını örgütleme görevinin yerine geçirilmesi ya da üretim alanlarına yönelim gösterilmemesidir. İkincisi ise işçilere sınıf bilinci kazandırma ve onları örgütleme noktasında -yaşam alanlarının rolü ve işlevini önemsizleştirecek tarzda- üretim alanlarına aşırı bir vurgu yapılmasıdır. Proletaryanın tarihi mücadeleleri ve örgütlenme deneyimleri göstermektedir ki yaşam alanları bu noktada önemli bir işlev üstlenmekte; sınıf bilincinin gelişmesinde ve işçiler içerisinde daha yaygın bir biçimde örgütlenmede önemli bir rol üstlenmektedir. Ancak burada da temel kıstas; emekçi semtlerdeki faaliyetlerin sınıf çalışmasını temel alması, işçilerin üretim alanlarındaki örgütlenme ve mücadelesine daha güçlü bir yönelim gösterilmesidir. Bu yapılmadığında, emekçi semtlerde diğer toplumsal çelişkiler veya kimliksel çelişkilere dair faaliyetler ağır basmaya başlar. İçerik değiştikçe yönelim değişmeye; biçim ve araçlardaki öncelikler de farklılaşmaya başlar. Ve en önemlisi üzerinde yükseldiğimiz sınıfsal gerçeklik değişmeye; küçük burjuva sınıfsal konum ve ideolojiler etkili olmaya başlar. Bu durumda komünist hareket, proletaryanın organik varlığından soyutlanmış bir biçime evrilerek aslında komünist hareket olma niteliğini kaybetmeye başlar. O nedenle doğru olan şey, diğer toplumsal çelişkilerin sınıf çelişkisine bağlı olarak ele alınması, örgütlenme ve araçlarda da sınıfın sendikal (ekonomik-demokratik) örgütlenmesine ağırlık verilmesidir. Diğer yandan işçi ve emekçi kitlelerin örgütlenmesinde hangi biçim ve araç devreye girerse girsin, çalışmanın öz ve içeriği yine sınıf çelişkilerini esas almak zorundadır. Eğer böyle olursa yani öz ve içerik doğru tanımlanırsa biçim de yerli yerine oturtulmuş olacak; mekâna ve araçlara, bunların birbiriyle ilişkisine dair sunî tartışmalar da ortadan kalkmış olacaktır.
Mücadelemizin gelişimi için hayata geçirilmesi gereken şeylerden biri de dönem analizleridir. Sınıfsal çelişkilerin bugünkü durumu ve somut yansımaları, sınıf hareketinin ve genel devrimci-demokratik mücadelenin durumu, komünist hareketin durumu ve tüm bunların gelecekte alacağı biçimler üzerine yapılacak analiz ve öngörüler; mücadele ve örgütlenme hedeflerimize bağlı olarak dönem politikamızı belirleyecek unsurlardır. Örneğin bugün, sendikalarda ve kitle örgütlerinde çalışmanın önemine özellikle vurgu yapıyoruz. Çünkü genel ihtiyacın ötesinde dönemin bir ihtiyacı olarak da bunu tanımlıyor, kitlelerle bütünleşme ve mücadeleyi yükseltme planı yapıyoruz. Doğal olarak tartışmanın mahiyeti de kite örgütleri ve sendikalarda çalışmanın ilke ve biçimlerine yöneliyor. Ve hemen görüyoruz ki öne çıkan araçları tanımlamak da tek başına yeterli değil. Çünkü yönelim göstermedeki tutukluklar kadar o araçların nasıl kullanılacağı ve bu alanlarda nasıl bir programla çalışma yürütüleceği gibi birçok soru ve sorun ortaya çıkmaya başlıyor. O sebeple de öncelikle ihtiyacın, içeriğin ve çalışma metotlarının tartışılması ve kavranması gerekiyor.
FARKLI ALAN VE ARAÇLAR ORTAK YÖNELİMLERDE MERKEZİLEŞTİRİLMELİDİR
Dikkat edilirse belli alan ve çelişkilere (işçi, kadın, gençlik, inançsal, ulusal veya genel siyasi) hitap eden çizgi/anlayış kurumlarımız veya çeşitli kitle örgütlenmeleri üzerine de birçok tartışma içerisindeyiz. Bu tartışmalar bir yanıyla normal ve olumludur. Eğer doğruyu bulmak ve devrim mücadelemizdeki her bir yol ve yöntemin ahengini yakalamak istiyorsak bu tartışmaları yapmak, sonuçlandırmak ve pratiğe geçmek zorundayız. Bunun için temel mesele -yukarıda da belirtiğimiz gibi- sınıfsal çelişkilerin, içeriğin, esas-tali yönlerin, yöntem ve araçların doğru olarak tanımlanmasıdır. Bunu sağladığımızda kafa karışıklıkları, dört bir yana yumruk sallama sorunu, sunî tartışmalar, emek ve zaman kaybı da azalacak, zamanla ortadan kalkacaktır. Sınıf çelişkisinin farklı tezahürleri veya farklı araçlar üzerinden de olsa aynı alana/havzaya ve aynı kitlelere dönük çalışmayı oturttuğumuzda aslında birçok sorunun da üstesinden gelmiş olacağız. Ve en önemlisi emek kaybını değil ortaya çıkan güç ve sinerjiyi tartışıyor olacağız. Dönemin ihtiyacı genel tablo içinde sınırlı olan güçlerin mücadele ve faaliyetlerde birleştirilmesini zorunlu kıldığı gibi komünistlerin örgütlenme metotları da böyle olmak zorundadır. Yani örgütlenecek çelişkiler, bu çelişkilerin esas ve tali yönleri, faaliyet alanları, araçlar vb. olabildiğince merkezi ele alınmak, birbirine besleyecek ve sonuç olarak esas yönelimi güçlendirecek şekilde tanımlanmalıdır.
SÜREKLİLİK VE KURUMSALLAŞMA İÇİN İŞÇİ SINIFINA DAYANMALIYIZ
Eğer bir veya birkaç bölgede işçi sınıfının örgütlenmesine yoğunlaşmışsak sadece fabrikalarda ve sendikalardaki yoldaşlarımız değil o bölgedeki tüm örgütlülüklerimiz bu çalışmaya yoğunlaşmalıdır. Emekçi semtler, bu semtlerdeki kitle dernekleri, kadın ve gençlik örgütlülükleri, gazete vb. her bir alan ve araç, işçilerin örgütlenmesine odaklanmalı, kendi özgünlüğüyle birlikte faaliyetini buradan kurgulamalıdır. Beraberinde ise ortaya çıkardığı potansiyeli sınıf çalışmasıyla birleştirmeli, onun hizmetine sokmalıdır. Gerektiği durumlarda özel olarak planlanıp devreye koyulan ortak ve merkezi çalışmalar ya da belirlenen kampanyalar, bahsettiğimiz yoğunlaşmanın daha ileri biçimleri olarak yaşam bulacaktır. Bu sayede; farklı hedeflere, farklı alan ve kesimlere, farklı amaçlara dağılan; dağıldıkça azalıp güç kaybeden; politika, çizgi ve mekân olarak birbirinden uzağa düşen çalışmaların merkezileşmesi ve iç ahengi de sağlanmış olacaktır. Ve yine özgün örgütlülük ve araçlarımız birbirinden kopuk, birbiriyle karşı karşıya gelen veya birbirini zayıflatan değil birbirini güçlendiren bir noktaya gelecektir.
Şunu vurgulamalıyız ki çalışmaların sürekliliğini ve verimini yakından etkileyen şeyler belirttiğimiz “içerik” ve “yöntem” tartışmalarında gizlidir. İçerikten kasıt sınıfsal çelişkiler; yöntemden kasıt ise bu çelişkiler üzerinde tüm alan ve araçlarıyla bir bütün olarak hareket etmektir. Bunun için ihtiyaç duyduğumuz ve aynı zamanda potansiyel olarak sahip olduğumuz şey; proletaryanın ve Proletarya Partisi’nin kolektif ruh, şekilleniş ve çalışma tarzıdır. Bunu ideolojik temele dayanarak, örgütlenme çizgisinden şaşmadan ve canlı örgütlenme çalışmaları ile yaratacağımızı unutmayalım.