24 Mayıs, Cumartesi
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle

Anasayfa » “Şiir Yürekli”nin Öyküsü – I

“Şiir Yürekli”nin Öyküsü – I

30 Ağustos 2020
içinde Yazılar
48

48

Facebook'ta PaylaşX'te PaylaşWhatsappTelegram
Google Haberler Google Haberler Google Haberler
ADVERTISEMENT

“Şimdi içimden şiirler geçiyor

ve senin,

Nasırlı kocaman ellerin,

Bir damga gibi vuruluyor toprağa.

Alnında biriken son damla terim,

Usulca düşüyor toprağa.

Toprak susamış sana.

Toprak susamış dağa.

Toprak susamış hayata.

Şimdi içinden dağlar geçiyor

Sıra sıra dağlar

Uzak dağlar

Geyikler

Kırlangıçlar

Keklikler geçiyor

Kınalı keklikler

Peşi sıra

Körpe kuzular geçiyor

Çadırlar kuruluyor yaylalarda.

Sür kaynatılıyor yaylalarda.

Çoban ıslıkları yankılanıyor

yamaçlarda.

Patikalarda göçerlerin çocukları

Çatlamış ellerini

Güneşten yanmış yüzlerine tutarak

Kara lastikleriyle yollara düşmüş

dağları gözlüyor

Bir ana,

Kederli bir ana

Oturmuş beriye süt sağıyor

Bir gözü yollarda

Ötelerde

Yolunu gözlüyor.

Hasat vaktiydi. Sabahın erken saatlerinden gün batımına kadar köylüler, durmaksızın çalışıyorlardı. Hıdır Amca, gün ışımadan uyanıp akşamdan bileylediği orağını ve azığını da alıp zaman kaybetmeden tarlasının yolunu tuttu. Toprağın bağrına emanet ettiği buğdaylar serpilip olgunlaşmıştı. Sabahın bu erken saatinde burcu burcu kokuyor, nazlı nazlı salınıyordu. Artık biçilmeyi bekliyordu. Hıdır Amca, buğday tarlasına varır varmaz, azık torbasını, suyunu ve tütün tabakasını ağaçların gölgesine bıraktı, çömelip bir sigara sardı, sigarası bitene kadar, önünde uzanan bu “kimsesiz” topraklara dalıp gitti. Nice, hısım, akraba ve kirvesi yaşadı şu dağlar arasında. Gençliğinde, tırpana, yolmaya giderdi. Gel gör ki şimdi her biri bir yana dağılmış bu topraklarda adım atmak bile suç sayılmıştır. Hıdır Amca, efkarını dağıtmak için sigarasını toprağa basıp çalışmaya koyuldu. Buğday tarlası daha fazla kurumadan biçilmeliydi fakat Hıdır Amcanın tek başına çalışması her ne kadar yorucu ve zor olacaksa da elciklerini takıp “ya Xızır” diyerek başakları deste deste biçmeye başladı. Yorulunca durup dinleniyor, ellerini gözlerine siper yapıyor, bodur ağaçlığa doğru bakıyordu. Tarlanın bu ağaçlık tarafı git gide sıklaşıp ormanlı tepeler, sırtlar, dizi dizi uzanıyor. Kimi dik yamaçlardan heybetli bir kayalık yükselir, kendini gösterirdi. Sabahın bu saatinde, dağlar uykusundan uyanıyordu.

Dağ keçileri, kayaların en yüksek zirvelerinde güneşin ilk ışıklarını bekliyordu. Git gide aydınlanan gökyüzü mavileşiyor, keskin ötüşleriyle kırlangıçlar süzülüp uçmaya başlıyordu. Bu ıssız yerlerde ne bir köy ne de ocağı tüten bir yayla vardı. Göz alabildiğine insansız fakat hayatın can damarlarını bağrında taşıyan, dağların tüm güzelliğini, sadeliğini ilk bakışta yansıtan, dereler, çaylar, ormanlar, sarp kayalıklı uçurumlar her türlü canlıya ev sahipliği yapıyordu. Yer yer yıkılmış yakılmış eski köy yerleri, bütün viraneliğine rağmen dağların yamaçlarında birer inci gibi görünüyordu.

Bu eski köy yerleri, gürül gürül akıp giden zamana karşı insanlığın izlerini taşıyordu geleceğe. Yırtık elbiseler, ezilmiş kap-kacak ya da kırık bir bardak. Bu köy yerleri; burada yaşamlarına müsaade edilmemiş ya göç ettirilmiş ya da katledilmiş insanların izlerini taşıyordu. Zaman zaman bu yıkılmış evlerin içinden gelip geçenler oluyor. Sanki zamanın içinden geçen bir yolcu gibi, geride kalmış bu kırık dökük izleri yürekleriyle toplar giderler, gelirlerdi… Hıdır amcanın yaşadığı köy bu yerlere uzaktı. Fakat kimi köylüler yakılan bu köylerden göç etmiş, Hıdır Amcayla aynı köyde yaşıyordu ama nasıl? Kendi köylerine hasret, topraklarına özlem duyarak uzaktan uzağa seyredip sürgün yaşayarak, yersiz, “yurtsuz”, topraksız…

Bu sırada, Hasan’la Haydar uzak bir menzilden, tarlada çalışan birini görmüş ve Hıdır Amca olduğunu tahmin etmişlerdir. İkisinin de gözleri gülüyor. Aynı hisleri yaşayıp, aynı sevinci paylaşıyorlardı. Demek ki Hıdır amca tarlayı biçmeye başlamıştı ve ne kadar erken giderlerse o kadar erken kavuşacaklardı. Hıdır Amcanın yanına varıp yardım etmek için sabırsızlanıyorlardı. Hasan, Haydar’a dönüp “Haydi bre Haydarım, yol senin, yordam senin kanatlanıp uçalım, Hıdır amcayı fazla bekletmeyelim” diyerek doğruldu yerinden. Fakat bu coğrafyada, yakın görünen o kadar da yakın sayılmazdı aslında. Arazinin engebesi çoğu zaman hesapları boşa çıkarıyor. Sık sık illallah dedirtiyordu. Hasan’la Haydar da çok kez illallah dediklerinden, Haydar artık kestirme yolları avucunun içi gibi biliyordu. Erkenden varmak için, eski köy yolundan çıkıp dik yamaçlı tepenin ormanına daldılar. Ancak böyle giderlerse birkaç ormanlı tepeyi devirip iki saate Hıdır amcanın yanına varabilirlerdi. İlk tepeyi devirdiklerinde eski bir köy yeri karşılarına çıktı. Niyetleri oyalanmadan geçip gitmekti.

Hasan, yıkık evlerin arasından geçerken, gözüne bir şey ilişti, gidip aldı yerden. Üzerindeki tozu toprağı silkeledi ve uzun uzun incelemeye başladı. Yerden aldığı, bir “kara lastik”ti. Yıllarca bu yıkıntıların arasında yağmura, çamura ve güneşe dayanmıştı. Aradan geçen günler, aylar, yıllar, kırk yıllık bir zaman. Bu çocuk ayakkabısını biraz daha küçültmüş, ufak bir süs eşyasına dönüştürmüştü. Her şeye rağmen burada bir zamanlar insanların yaşadığına ve çocukların doğup büyüdüğüne, işte bu evlerin arasında gülüp oynadığına bir kanıttı. Çekilmiş çilenin, görülmüş zulmün, sürgünün ve katledilmişlerin bir izi, bir işaretiydi bu “kara lastik.” Haydar, az ilerde durup bekliyordu. Hasan’ın neyi böyle dikkatle incelediğini görmese de tahmin ediyordu. Çünkü kendisi de çok kez böyle eski köy yerlerinden geçerken bir şeyler bulur ve aynı hislere kapılırdı. Ne zaman denk gelse bu izlere sanki bir zaman trenine biner yaşanan zulmün, yakılan evlerin-köylerin içinde bulurdu kendini. Aradan bunca zaman geçmiş olmasına rağmen henüz soğumamış, unutulmamış, bir türlü kabuk bağlamamış bir yara gibi kanayan, sancıyan bir dramın içinde, ortasında buluyordu kendini Haydar.

İşte Hasan da yıkık evlerin arasında durmuş başını avucuna eğmiş, kara lastiğe dalıp aynı zaman trenine binip gitmişti. Şimdi Hasan için, avucunda tuttuğu bu kara lastik, eskimiş bir çocuk ayakkabısından ibaret değildi. Geçmişin bugüne bıraktığı bir izdi. Ve Hasan’ın kulağında bir çocuk çığlığı olup uğulduyordu. Bir ananın zılgıtı olup yamaçlarda yankılanıyordu. Hasan o anda duyumsadıklarıyla kendi varlığını kendi nedenlerini yani tüm ruhunu, maddi ve maneviyatını arındırıp durultuyordu.

Bu coğrafya Hasan’ın memleketiydi. Annesinden çok hikayeler dinlemişti, nenesi Hasan’a çok masallar anlatmıştı. Her hikayenin başında ya Korosman ya da Mıstikor zebanileri geliyor, köyü talan edip gidiyordu. Köyden geriye kalan manzara, içler acısıydı. Ekinler, simsiyah küle dönmüş, evler takılıp yıkılmış, insanlar harman yerine toplanıp katledilmişti ve sağ kalmış bir çocuk ağlayarak annesini arardı. Hasan, küçükken dinlediği bu hikayeleri “masal” sanırdı. Ama yine de korkuyla ürperir, nenesinin kucağına sığınırdı. Hasan şimdi yıkıntıların arasında elindeki kara lastiğe bakarken görüyordu ki annesinden nenesinden dinlediği tüm bu hikayeler yaşanan zulmün ta kendisiymiş ve gerçeğin sade ve yalın bir anlatısıymış işte.

Hasan artık bu hikaye ve masalları dinlemiyor, kendini içinde buluyordu. Çünkü henüz bu hikayelere son nokta konulmamıştı. Zulüm, hâlâ son bulmamıştı. Yıkılan evlerin taşları üst üste konulup örülmemişti. Yakılan tarlalar ekilip biçilmemişti. Bozulan yollar… Yakılan ağaçlar… Göçüp gidenler… Öldürülenler… Dalıp gitmişti Hasan. Sonunda Haydar’ın öteden seslendiğini fark etti. Hani, acelesi olmasa Hasan’ın, bir kuytuluğa oturup kalemini kağıda çıkarıp bir şiir, belki de bir ağıt yazacaktı fakat Hasan’ın acelesi vardı ve yüreği dalga dalga kabarıyor, köpürüyor, göğsünü dövüyordu. Yine bir şiir demlenip mayalanıyor, damarlarındaki kanla birlikte mısra mısra akıyordu.

“Bilirim; yaratmak elimizde

Şu kaba, koca çatlamış ellerimiz

İşe alışkın ellerimiz

Köyler bilirim ülkemin doğusunda

En az

Kaf kadar masalsı dağlar,

arasında kurulu

Yıkılmış şehirlerin köyleri.

Bilmem kaç gündür yasaklı

On beş kilometre uzağından o yana

Susuz, aç, çıplak çocukları

Kocaman gözlerinde korku

Kaygılı, meraklı,

çaresiz gözleri çocukların, Kürt çocuklarının gözleri”

O ise yürümeye devam ediyor. Git gide hızlanıyor, öfkesine yetişmeye çalışıyordu. Hasan; hayata, yaşama, kavgaya bir şair ruhuyla bakıyor, yaşıyor ve katılıyordu. En önemli anlarını, en önemli düşüncelerini, şiirleştiriyor, o duyguları, yoldaşları ve sevdikleriyle paylaşmanın değerini biliyordu. Hayatı en ince ayrıntılarıyla gözlemlemek, iyi ve güzel olanı edebi bir gözle kavramak ve onu alıp, işleyip şiire dönüştürmek. Hasan’ın vazgeçemediği bir alışkanlığıydı. Bazen, minik serçe kuşlarını izler, yuva yapışlarına hayran kalırdı. “Bak hele, parmağım kadar küçük ne de güzel yuva yapıyor” der, “parmak kuş”a şiir yazardı. Bazen de “kavak dallarında oynaşan yaprakları” seyreder, doğanın ahengini ve ferahlığını yakalardı. Gördüğü, tanık olduğu, içinde yaşadığı iyi ve kötü şeyleri, kendi varlığıyla birleştirir, sınar, ölçer tartar ve anlamlı kılardı. Onun için yaşamak ancak böyle değerli olabilirdi.

Hasan tüm düşüncelerinden sıyrılıp, çoktan Haydar’ın peşine takılmıştı. Derken, öğle sıcağı bastırdı. Hıdır Amca, alnındaki teri, elinin tersiyle silip doğruldu. Güneş tam tepesindeydi, biçime ara vermesi gerektiğini anladı. Ağaçların serinliğine, çekilip hem karnını doyuracak hem de biraz dinlenip soluklanacaktı. Tam da bu sıra, çocukların yardıma yetiştiğini görerek, eliyle gölgelik yeri gösterdi. Bu sıcağın alnında çalışılmazdı. Önce selamlaşıp, hâl hatır sordular. Hıdır Amca “Bu saatte böyle güneşin altında gezilir mi oğul?” diye söylendi. Hasan’la Haydar da “Niye bize haber salmadın, tek başına çalışılır mı?” diye sitem ettiler. Sonra, hep birlikte gölgeliğe oturup bir yandan sohbet bir yandan sofra hazırladılar. Üçü de fazlasıyla acıkmış ve yorulmuşlardı. Birlikte bir şeyler atıştırıp, hem hasret giderdiler hem de biraz dinlenmiş oldular. Hasan, cebinden tabakasını çıkarıp birer sigara sardı. Sigaralar içildikten sonra Hasan, tarlada çalışmak üzere hazırlanmaya başladı. Buğday tarlasında çalışmak, Hasan için kutsal bir işti. Hıdır Amca ne kadar itiraz etse de Hasan “Sıcak bana değmez amca” diyerek orağı kaptığı gibi tarlanın bir ucundan deste deste başladı başakları biçmeye. Hıdır amcanın tarlası küçüktü. Yalnız kendi ihtiyaçları için ekmiştiler. Zaten ötesine de ne gücü ne de maddi durumu el veriyordu. Çocuklar değişmeli olarak çalışıp akşam üstüne kadar yarı ettiler tarlayı. Hıdır Amcayla Haydar bir yandan sohbet ediyor, Hasan’ın şevkle çalışmasını izliyorlardı. Hıdır amca “İşte siz, Xızır gibi gençlersiniz. Nerede biri zora düşse darda kalsa gidip buluyorsunuz. Ne diyeyim oğul Düzgün Baba yardımcınız olsun” diye konuşuyordu. Bir yandan seviniyor, bir yandan yüreği el vermiyordu gençlerin böyle sıcağın altında çalışıp yorulmasına. Bir süre sonra dayanamayıp çağırdı Hasan’ı yanına. Hasan gelir gelmez, bu sefer Haydar orağı kaptığı gibi buğday başaklarının arasına daldı. Hıdır Amca “dur” diyecek zamanı bulamadı. Anladı ki; gençleri durdurmak kolay olmayacak. Yanında soluklanan Hasan’a dönüp “oğul, sizin işiniz gücünüz vardır, yolunuz yokuşunuz vardır. Bu dağların kurdu-kuşu vardır. Yormayın kendinizi, ötesini de ben yarın hallederim.”

Hasan, “sen dert etme kendine Hıdır amca. Biz genciz, sıcağa da soğuğa da alışkınız. Kurdu-kuşu dersen sabahtan yola düştük, dere-tepe düz geldik, ne kurt gördük ne de alıcı kuş” diyerek Hasan, Hıdır Amcayı rahatlatmaya çalıştı. Hıdır amca da biliyordu aslında, ne söylese de kâr etmezdi. Çünkü gerillayı öteden beri tanır bilirdi. Kendisini tarlada yalnız çalışır bir vaziyette görmüşlerdi bir kez. Elini taşın altına koymadan geçip gitmezlerdi. Hasan, amcanın yanı başında oturmuş bir kendine, bir de amcaya bakınca iki sigara sarmış. Amcanın düşünceli halini tebessümle seyrediyordu. Sigarayı uzatıp “Ne düşünüyorsun Hıdır Amca?” diye sordu. Hıdır amca “Ne düşüneyim oğul, sizi düşünüyorum. Kendimi düşünüyorum, köylüyü düşünüyorum, bu mahsul bize kışın yeter mi yetmez mi onu düşünüyorum…” diyerek dertli dertli söylenmeye başladı. Hasan, sevgiyle Hıdır Amcayı dinliyor bir yandan da amcanın yüzünde, emeğin ve yoksulluğun derin çizgilerini görüyor, içinde tarifsiz bir saygı uyanıyordu. Çünkü, şuan karşısında hayatı boyunca yoksul yaşamış yaşanan tüm baskılara maruz kalmış ve boyun eğmeden direnmesini bilmiş bir insan vardı. Ve bu bahiste, Hasan için iyi bir öğretmen iyi bir eğitmendi. Hıdır Amcayı her ziyarete geldiklerinde Hasan, amcaya sorular sorar ve üşenmeden dinlerdi onu. Hıdır Amca yılların deneyimini, birikimini aktarır anlatırdı. Bilirdi ki bu gençler hiçbir şeyi boşuna sormaz ve anlatılanları dikkatle dinleyip doğru şeyler için kullanırlardı. Özellikle de Hasan’ın bu yanını iyi bilir ve bundan dolayı her denk geldiklerinde koyu bir sohbete girerlerdi. Ama şimdi gençler yoldan gelmiş ve tarlada çalışıp yorulmuşlardı. Hıdır Amca lafı uzatmadan “hadi sen Haydar’ı da çağır soluklansın biraz, sonra da eve gidelim konuşuruz” diyerek sigarasını alıp yaktı. Derin bir nefes çekti. Hasan da “Öyleyse sen önden git Hıdır Amca, biz de peşin sıra geliriz” diyerek erkenden amcayı yolcu etti eve ve Haydar’ı çağırıp bir kez daha tarlaya girdi.

Akşama kadar çalıştılar. Hıdır amca için, ellerinden geleni yapmaktı amaçları. Keza bu köylülerin çoğu yoksuldu. Yaşam mücadelesinde, bir sürü zorlukla karşılaşıyor, canla başka çabalıyor fakat yine de kıt kanaat geçinip baharı zor çıkarıyorlardı.

(Devam Edecek)

ShareTweetSendShareScanSend
Önceki Yazı

Aytaç Ünsal’ın babası: Daha 32 yaşında, hayatının baharında, sesimi duyun oğlum ölmesin

Sonraki Yazı

HDP İstanbul Gençlik Meclisi: Bir haftada üç üyemiz kaçırıldı

Related Posts

Yazılar

İbo’nun Yolunda Onun Kararlılığı ve Cüretiyle Yürüyoruz!

18 Mayıs 2025
Yazılar

Demokrasî Di Çembera Neteweyê De

16 Mayıs 2025
Yazılar

Ulus Çemberinde Demokrasi

16 Mayıs 2025
POLİTİK - GÜNDEM

Faşizmin Saldırılarına Karşı Direniş Hattını Örelim!

14 Mayıs 2025
Güncel

1 Mayıs: Tartışmalar, Kitlelerin Eğilimi ve Taksim

12 Mayıs 2025
Dünya

Keşmir Gerilimi: Yeni Bir Savaş Kapıda mı?

10 Mayıs 2025
Sonraki Yazı
1 11

HDP İstanbul Gençlik Meclisi: Bir haftada üç üyemiz kaçırıldı

Hakkımızda

Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi; işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: [email protected]

2024 Yeni Demokrasi – Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi | işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: [email protected]

  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
  • Tüm Haberler

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler

Copyleft 2020, dizayn yeni demokrasi
İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz:[email protected]