Dünyada da ülkemizde de gündemlerin hızla birbirini yiyen, değişim hızına yetişmenin olanaklı olmadığı bir durum vardır. ABD-İran geriliminin “savaş çıktı çıkacak” köpüğü, heyecanı ve bunun yarattığı saflaşma-sıralanma hali, yerini bir anda İdlib, Libya, Doğu Akdeniz’in enerji için emperyalistler ve bölge ülkeleri tarafından parsellenmesi ve bunun yarattığı keskin gerilime bırakabiliyor. Ülkemizde de Libya’ya askeri müdahaleyi de içeren tezkere tartışmaları sürerken, kaşla göz arasında gündem Kanal İstanbul’a, Suriye’den yeni göç dalgasına, vahşi bir şekilde bir kadının katledilmesine ya da kaybolmasına, asgari ücret tartışmasına, işsizliğin ve ekonomik krizin yarattığı semptomlarla kararan yaşamlara evriliyor.
Bu tablo hercümerç olan ekonomik, siyasal, sosyal, toplumsal gerçekliğin kaçınılmaz bir sonucudur. Böylesi dönemlerde gündemlerin değişim hızı, arayış ve mücadelenin boyutu sürekli ivme kazanan bir yapıya sahiptir. Bu içsel çelişki ve itim, her an her şeyin olmasına olanak sunan, gündemlerin hızla başkalaşmasına yol açan bir durumu kaçınılmaz kılmaktadır. Kaos ve karmaşanın hüküm sürdüğü, at izi ile it izinin bir birine girdiği, güç dengelerinin yeni arayışlarla değiştirilmeye ya da korunmaya çalışıldığı, emperyalistlerin ve gerici güçlerin başta ezilen halklara-uluslara ve bir birlerine karşı haydutluk yöntemlerini geliştirip, pervasızlaştırdığı bir yuvalanma ve yuvarlanma hali söz konusudur.
Emperyalistler ve onların sisteminin uzantısı olan gerici devletler arasındaki çelişki ve çatışmalar adeta zik zaklı bir eğriyle sürekli yukarı doğru tırmanmaktadır. Emperyalistlerin bir birlerine yönelik ekonomik tehditleri, pazar alanlarına yönelik politik ve askeri girişimleri, her bir gücün stratejik ittifakına karşı diğer gücün yer yer yumuşak güçle ve taktik hamlelerle “kur” yapan girişimleri ya da Kasım Süleymani suikastinde olduğu gibi sert hamlelerle nabız yoklaması ve denge bozmayı hedefleyen askeri hamleleri daha fazla yoğunlaşmakta ve yer yer de boyut kazanmaktadır. Kuşkusuz bu karmaşa ve kaosun hem nedeni hem dümenine geçerek yönetenleri emperyalist güçlerdir. ABD, Rusya, Çin, Almanya-Fransa emperyalistleri tüm lokal, bölgesel ve uluslararası sorunun hem nedeni, hem temel aktörü, hem bozucu hem de oyun kurucusu durumundadır. Bunun dışında zincirin diğer halkaları olan yarı-sömürge ülkeler ise ya oyunun çevrildiği alan ya da kurulan oyunun figüranı durumundadır. Bunun ötesinde bu ülkelerin kendilerine biçtikleri ya da yanıltıcı bir şekilde bu ülkelere biçilen oyun kurucu rolleri gerçek sanmak gelişmelerin dinamiklerini anlamayı zorlaştıracak, sorunların özündeki gerçekliği kavramayı engelleyecektir.
Zira bir bütün olarak emperyalist sistemin gerçek anlamda yaşadığı ekonomik ve siyasi kriz koşulları söz konusudur. Böylesi kriz durumu emperyalizmin temel besin kaynağı olan sermaye birikim koşullarını güçlendirecek pazarları genişletmek, sağlamlaştırmak ve sürecine uyumlu hale getirmek, savaşları kışkırtmak, ölümcül rekabet için kan-göz yaşı akıtmak ve güç-olanakları durmaksızın büyütmektir. Bunlara hiçbir zaman ara vermez ancak bunların daha keskin hale gelmesi esasta krizli yapının, güç ilişkilerinin başkalaşması eğiliminin ivme kazandığı koşullarda olur. Bugün bu koşullar içinde geçilmektedir. Bu koşullar tüm ilişkilerin karmaşık, sıra dışı ve aynı zamanda oluşmuş dengelerin alt üst olma eğilimi ilerler. Bugünün özelliği de budur. Bu yüzden gündemler hızlı değişiyor, taktik ilişkiler çabuk kuruluyor ve hızla bozuluyor.
Emperyalist-kapitalist sistem kaynaklı sorunlar ise tekil, istisna, lokal ya da bölgesel ölçekli değil bütünlüklü ve her cephede her emperyalistin gücü ve olanakları ölçüsünde çok yönlü bir mücadele-savaşım olarak sürüyor. Birinin bitip diğerinin başladığı bir gelişmeler dizisi değil, bir dizi gelişmenin-çelişkinin ve mücadelenin sürdüğü bir süreç yaşanmaktadır.
Bu tabloda değişimin, çelişkinin ve çatışmanın en yoğun olduğu alan Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya uzanan hattır. Bu alanda yaşanan çatışma ve çelişkiler, ciddi düzeyde bir bölgesel savaş düzeyindedir. Durmaksızın her ülkenin içinde, ülkeler arasında ve emperyalistler arasında namlunun ucuna dayanan bir savaşım söz konusudur. İşçi sınıfına, ezilen halklara ve uluslara durmaksızın “barış, kardeşlik” söylemiyle silahsızlanmayı ve örgütsüzlüğü dayatan, bu gerici çetelerin istediğinin dışına çıkan her örgütlenmeyi ve mücadeleyi “terörizm” olarak tecrit etmeye çalışan bir ideolojik kuşatma da sürece paralel ilerlemektedir. Emperyalistler, onlara bağımlı gerici devletler ya da onların uşağı örgütlenmeler namlularını sürekli doldurarak ve geliştirerek haksız düzenlerini sürdürmek için harıl harıl savaş makinalarını büyütüp, etkin olmak için çabalarken; ezilen halklara ve uluslara silahlanmanın, onların huzurunu kaçırmanın ne kadar kötü ve ağır bedeli olduğunu anımsatarak onları güçsüz düşürmeye çalışmaktadırlar.
İran’dan Yemen’e, Iraktan Suriye’ye, Kürdistan’ın dört parçasından Filistin’e, Sudan’dan Libya’ya ve tüm doğu Akdeniz havzasına kadar her çelişkide emperyalistler ve her türlü gericilik örgütlenip, silahlanmaya hız verirken, ezilenleri kuşatan sınırlayan ve yoğun bir sömürü ve baskı cenderesine alan adımlar atılmaktadır. İran ve ABD arasındaki çelişkide silahlar konuşmuş, silahlanmaya daha fazla yoğunlaşma sonucunu deneyimlemişlerdir. Irak’ta Suriye’de “barış ve uzlaşma” adı altında yapılan her görüşme aynı zamanda daha büyük katliamlar, daha ciddi savaşlara zemin sunmuştur. İdlib’de Rusya ve Rejim son süreçte askeri hamlelerle yüzbinlerce insanı göçe zorlamıştır. Astana, Cenevre görüşmelerinin üretemediği sonuç mitralyözlerin gücünü iyi kullananın etkinliğine yerini bırakmıştır. Libya için Moskova’da TC-Rusya, Berlin’de Fransa-Rusya-İngiltere-Almanya’nın önderlik ettiği ve Türkiye, Mısır, Cezayir gibi bölge ülkelerinin de katıldığı Libya’nın geleceği tartışmasında çıkan en önemli sonuç “silah ambargosunun devam ettirilmesi” safsatası altında tüm güçlerin silahların gölgesi olmaksızın hiçbir adım atmaya yanaşmaması olarak çıkmıştır. Mücadele halindeki güçlerin bir birini silahsızlandırmaya değil silahlarla yenmeye bilendiği ne kadar gerçekse, bu gerici güçlerin halkı silahsızlanmaya mahkum kılarak “kaderine” boyun eğmeye zorladığı, tüm politik, askeri, ideolojik konumlanışlarını buna göre belirlediği de bir o kadar gerçektir.
Bu gerçeklikte emperyalistlerin aralarındaki çelişkileri keskinleşmeye devam edecek, bunlara bağlı gerici devletler ve güçler keskinleşen mücadele içinde en avantajlı şekilde konum alarak emperyalistlerle ajandalarını ortaklaştırmaya çalışacaklardır. Ezilenlere ise tüm bu hercümerç içinde, sömürü, zulüm, inkar, baskı ve savaş politikasına karşı durmaksızın, belirli olan her sorun karşısında bir araya gelmek örgütlenmek, devrimci ve komünistlerin önderliğinde gerici silahlanmaya karşı devrimci temelde silahlanarak “kaderine boyun eğmemek” düşmektedir. Bundan başka bir çıkar yol, bir çare yoktur. Bir birini tüketen gündemler, bir birini yiyen gelişmeler, birinin diğerini unutturduğu olaylar içinde boğulmak, gündemlerin izleyicisi olmak ve nesnesi haline gelmek, bunların yemi olmak değil, tüm gericiliğin çanına ot tıkayacak, canını okuyacak özne olmak, örgütlenmek ve savaşmak görevi asıl gündem olmalıdır. Aksi takdirde gelişmeleri anlamak, onu takip etmek, analiz yapmak yeterli olmayacaktır, aslolan anlarken kavramak ve onu değiştirip karşısında özne olmaktır. Diğer türlüsü emperyalist güç odaklarının, gerici kliklerin, çürümüş ve yozlaşmış güçlerin birbiri ile savaşımında ve güç devşirme egemen olma mücadelesinde sadece yem olmayı getirecektir. Yem olmayalım, örgütlenip savaşarak geleceğimizi avcumuzun içine alalım.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 23 Ocak 2020 tarihli 53. sayısından alınmıştır.