21 Temmuz, Pazartesi
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle

Anasayfa » Toplumcu Bakış ve Egemen Sınıf Kliklerinin Çatışmaları

Toplumcu Bakış ve Egemen Sınıf Kliklerinin Çatışmaları

21 Temmuz 2025
içinde KOLEKTİF DOĞRULTU, Yazılar
Facebook'ta PaylaşX'te PaylaşWhatsappTelegram
Google Haberler Google Haberler Google Haberler
ADVERTISEMENT

Toplumsal sorunların derinleştiği, gerici kliklerin kendi çatışmaları arasında halkı bölüp oyaladığı günümüzde, gerçek kurtuluşun yolu bağımsız bir toplumsal aklın gelişmesinden geçer. Bu, yalnızca sorunları görmek değil; onları kendi özgün çıkarlarımız doğrultusunda ele alıp birleştirici ve ileriye dönük bir bakış açısı geliştirmektir. İşte bu yüzden, toplum için düşünmek, tarihimizin en önemli görevi olmaya devam etmektedir.

Marksizm-Leninizm-Maoizm toplumcu bakış açısına sahiptir ve kurutuluş için ihtiyaç duyulan aklın temsilcisidir.

Toplumcu düşünmek, bugün her zamankinden daha yakıcı bir görev. Çünkü toplumcu düşünce, hiç olmadığı kadar itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Özellikle yeni kuşaklarda, gelişmiş teknolojik araçların da etkisiyle, “toplum için düşünmek” kavramına kendiliğinden rastlamak artık neredeyse pek mümkün değildir. Bireyciliğin, rekabetçi kültürün ve dijital dünyanın sunduğu yapay gündemlerin baskısıyla toplumcu düşünceye duyulan inanç aşındırılmakta; “toplum için düşünmek” neredeyse bir ayrıcalık ya da özel bir çaba gerektiren istisnai bir tavır haline gelmektedir. Oysa 21. yüzyıla girerken esas olan, toplumsal olana yönelmekti. Bugün asıl ihtiyaç, toplumsal olana yeniden yönelmek, ortak çıkarı savunmak ve toplumsal ilerlemeyi sahiplenmektir. Çünkü geleceğe dair gerçek bir umut, ancak toplumcu düşüncenin yeniden güçlenmesiyle mümkündür.

Kuşkusuz bu, ilk kez ortaya çıkan bir sorun değildir. Üstelik son dönemde, bu sorunla yüzleşip aşmaya çalışan örnekler de hiç az değil. Gençlerin sanıldığı gibi asosyal olmadıkları, tam tersine dünyanın dört bir yanında emperyalizmin ve onun yerli iş birlikçilerinin kışkırttığı haksız savaşlara, soykırım boyutuna varan saldırılara karşı cüretle ayağa kalktıklarını gördük. Belki örgütsüz, belki dağınık; ama kesinlikle cesur protestolar buna kanıt oldu. Dahası, bireyciliğin ve rekabet kültürüne dayalı yaşam biçimlerinin gerçek bir kurtuluş getirmediği fikri, her geçen gün daha fazla insan tarafından paylaşılmaya başlandı. Gerçeklik, toplumsal ilerlemenin kaçınılmaz seyrini bir kez daha gözler önüne seriyor. Artık gericileşmiş ve çürümüş üretim ilişkileri çözülme noktasına gelmiş durumda. Süreğenleşen kriz dalgaları ve büyüyen büyük savaş olasılığı, insanlığın gerçek kurtuluşuna zemin hazırlayacak her türden gelişmenin olgunlaştığını gösteriyor.

Elbette zeminin olgunlaşması kurtuluş yolunu aydınlatmaz. Bu, sadece kurtulmak isteğini ortaya çıkarır. Bugün emperyalist ya da faşist güçler arasındaki kutuplaşma, çatışma ve iktidar dalaşları, geniş kesimleri gerçek sorunlardan uzaklaştırmak için bir perde işlevi görüyor. Halkı sahte taraflaşmalarla oyalıyor, gerçek çelişkilerin üzerini örtüyor. 

Son yılların en çarpıcı gerçeklerinden biri, uluslararası düzeyde haksız savaş riskinin giderek artmasıdır. Uzun süredir bu noktaya dikkat çekiyoruz. Aynı şekilde, bununla doğrudan bağlantılı olarak pek çok ülkede gerici sınıflar içindeki farklı kliklerin iktidar dalaşlarının yoğunlaştığını, kimi zaman şiddete varan çatışmalara dönüştüğünü görüyoruz. Bunların salt göz boyama, kitleleri düzene yedekleme niyeti taşıyan gelişmeler olmadığı açık. Egemenlerin dünyasında da çelişkiler, çıkar çatışmaları, yoğun rekabet ve başarısızlık korkusundan beslenen bir şiddet eğilimi vardır. Gerçek olgulara dayanan bu tür çatışmalardan doğan kutuplaşma, günümüzün en önemli sorunlarından biridir. Çünkü bu kutuplaşma, gerçekte bu çatışmadan hiçbir çıkarı olmayan geniş kesimleri içine çekmekte; onları kendi gerçek dünyalarından koparıp çıkarlarına tamamen ters düşen bir politik alana sürüklemektedir. Bugün belirgin biçimde anti emperyalist ve anti faşist kişilerin, grupların bile bu kutuplaşmanın bir parçasına dönüştüğünü görüyoruz. Bu, proleter devrimci hareketin en geniş cepheyi devrim saflarında birleştirme amacına ters bir gelişmedir. Bu nedenle bu olgu, proleter devrimci hareket tarafından mutlaka incelenmeli, doğru kavranmalı ve bu konuda teorik ve politik bir birikim oluşturulmalıdır. Tam da bu yüzden, bu sorunu ele almayı ve üzerine eğilmeyi tarihsel bir sorumluluk kabul ediyoruz.

Çünkü toplumun önünde duran asıl görev, gerici kliklerin çatışmasına yedeklenmekten kurtulmak ve bu çatışmaları kendi bağımsız toplumsal çıkarları doğrultusunda aşacak bir bakış açısı geliştirmektir. Toplum için düşünmek, bu anlamda toplumsal bir bakışa sahip olmak her zamankinden daha özel bir önem taşımaktadır.

Sınıf Bakış Açısından Hareketle Toplumcu Yaklaşım

Tayyip Erdoğan’da somutlaşan gericilik, bağnazlık ve zorbalığa dayalı uygulamalar, bugün çok geniş bir kesimde iktidarı bir kişiyle açıklama ve tüm sorumluluğu tek bir kişiye indirgeme eğilimine dönüşmüş durumda. Bunda, Erdoğan’ın uzun süredir iktidarda olması ve yönetimin “tek adam” imajı üzerinden kurulması da önemli bir rol oynuyor. Erdoğan’a karşı olmanın, her türden gericiliğe, zorbalığa ve mevcut iktidar biçimlerine karşı olmakla eşdeğer sanılması, son dönemin en büyük sapmalarından biridir. Bu türden bir sapmanın, uluslararası düzeydeki önemli olaylarda da sıkça görülmesi, aslında bunun “olağan” bir durum olduğunu gösteriyor. Bu nedenle bu sapmayla baş etmek bir yönüyle kolaydır, çünkü kökenleri açıktır ve benzer biçimlerde tekrar eder. Ancak aynı zamanda zordur; çünkü geniş kitleleri yanıltma kapasitesi hâlâ güçlüdür.

Olağanlık hali belirli bir düşünce biçimine işaret eder. Nedir bu düşünce biçimi? Bu düşünce biçimi, bireylerin ve grupların kendi bağımsız toplumsal çıkarlarını gözetmek yerine, onları yönlendiren ya da sömüren egemen güçlerin çıkarlarına tabi olmayı kabullenmeleri anlamına gelir. Kendinde gelişmiş bir bağımsız iradenin olmaması, kendi geleceğini başka bir öznenin çıkarlarına endekslemek ya da daha güçlü olan öznenin çıkarlarından yararlanmak, bu düşünce biçiminin tipik sonuçlarıdır. Bunlar, kendi bağımsız geleceklerini yaratmaları mümkün olmayan kişi veya grupların kaçınılmaz bağımlılıklarını ifade eder. Temelde halk kitlelerine karşı konumlandıkları, devrimleri kendileri için bir kâbus olarak gördükleri halde; emperyalist, faşist ya da burjuva egemen sınıf kliklerinden ya da bloklarından birine yedeklenmeyi kaçınılmaz kabul ederler. Onlar için “yapacak başka bir şey yoktur.”

Örneğin; Ukrayna’da halkın iradesinin ezilmesini ve yok sayılmasını umursamadan, “kuşatılmakta olan” Rusya’nın haklı saldırısından söz ederler. Siyonist İsrail’in mazlum ve anti ABD’ci İran’a karşı saldırısını “İrancı” bir tutumla eleştirirler. Hatta İmamoğlu’nu “Tayyip Erdoğan’ı alt edebilecek bir lider” olarak selamlarlar. Tüm bu yaklaşımlarda ortak olan şey, kendi güç ve iradelerine güvenmemeleri; büyük güçlerle birleşmekten, yani onlara yedeklenmekten başka çıkar yol görmemeleridir.

Kendi bağımsız iradesini oluşturacak nedenlerden ve köklerden uzak olan bu düşünce biçimi, her seferinde sınıf uzlaşmacılığına, başka öznelere endekslenmeye, ilkesizliğe ve oportünizme yol açar. O kadar derindir ki daha güçlü bir liderlik ortaya çıktığında, 180 derecelik dönüşümlere bile kolaylıkla uyum sağlarlar.

İşte bu yüzden, bağımlı ve ilkesiz düşünce biçimlerinden sıyrılarak sınıf bilinciyle ve kararlı bir tavırla hareket etmek toplumsal kurtuluşun anahtarıdır. Sınıf tavrı, yalnızca teorik bir kategori değil; pratik bir duruş, politik bir tercih meselesidir. 

Toplumcu Düşüncenin Temeli Sınıf Analizidir

Her gelişmeyi sınıfsal temelde çözümlemek ve gerici ideolojik rüzgârlara karşı sınıf bilincini savunmak, komünist çalışmanın omurgasıdır. Proletarya — “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan sınıf” olarak — gerçeği kavrama ve değiştirme görevini var oldukça diri tutacaktır. Bu nedenle proletarya, diğer tüm sınıflardan farklı olarak, kendi kurtuluşunu ancak kendi elleriyle gerçekleştirebilir. Burjuvaziye özenmek ya da burjuvalaşarak “kendini kurtarmak” ise proletarya için bir seçenek değildir; çünkü onun üretim araçlarıyla ilişkisi, zaten o araçların bir parçası olmaktan öteye geçemez. Sözünü ettiğimiz gerici klikler ya da bloklar arasındaki kutuplaşmalarda proletaryanın “faydacı” politikalara yönelmesi, tam da bu özelliği nedeniyle kendi gerçekliğine aykırıdır. “Gerçekliğine aykırıdır” vurgusu özellikle öne çıkarılmalıdır. Çünkü bu özellik, bize “proleter bir çizgide” olup olmadığımızı, yani gerçekliğe uygun, doğru ve bilimsel bir yol izleyip izlemediğimizi somut olarak gösterir. Eğer gerici kliklerden ya da bloklardan birine yedeklenme ya da onlara yaranma siyaseti izleniyorsa, artık proleter bir çizgiden söz edilemez. Bu durumda tartışma, “Proleter bir çizgi mümkün müdür?” ya da “Proletarya hâlâ bir sınıf olarak varlığını sürdürüyor mu?” gibi revizyonizmin sıkça gündeme getirdiği sorulara doğru sürüklenir.

Yukarıda örneklerini verdiğimiz olaylardaki oportünist tutumların temel özelliği, proletarya sınıfından şüphe eden soruları içermeleridir. Bu yüzden söz konusu konularda tavırlarımızı açıklarken, bağımsız sınıf iradesine dayanan bir çizgiyi savunduk. Eğer tartışma bir ulusal baskı ya da işgal meselesi ise yine sınıf iradesine dayanmakla birlikte, bütün bir ulusun iradesine yaslanan devrimci politikalara dikkat çektik.

Son zamanlarda ise özellikle CHP içindeki “hesaplaşmalar” üzerinden çok daha derin bir kutuplaştırma siyaseti dayatılıyor. Yakın zamandaki İsrail’in İran’a saldırısı sonrasında CHP içindeki bu hesaplaşma, bağımsız sınıf iradesinin bastırılması için büyük bir çabanın yürütüldüğünü açıkça gösteriyor. Oysa her şey, halkın iradesinin bu tür kutuplaşmalarla bastırılmasına ve iradesizleştirilmesine hizmet ediyor; bunu görememek tam anlamıyla bir ahmaklık olur. 

Bu ahmaklığa düşmemenin biricik yolu, proletarya gerçekliğine vakıf olmaktır. Bunun yolu, sınıf analizlerinin önemini kavramak ve sınıf tavırlarını berrak biçimde ortaya koymanın zorunluluğunu öğrenmektir. Böyle durumlarla karşılaşıldığında, her olayı proletaryanın çıkarları açısından değerlendirmek; olay hangi ülkede gerçekleşiyorsa o ülke proletaryasının çıkarlarını esas almak, tek devrimci başlangıç noktamız olmalıdır.

Yazımızın girişinde sözünü ettiğimiz “toplumcu” bakış açısının bugünkü gerçek dayanağı ise tartışmasız biçimde proletaryadır. Eğer proletarya meselesinde zihinler muğlaksa, toplumun çıkarları açısından doğru fikirler oluşturmak da imkânsızdır.

Sınıf savaşımı ve devrim

Marksist teoriye göre devrimler, sınıf savaşımının keskinleşmiş biçimidir. Tüm toplumsal tarih, üretim araçları karşısındaki konum üzerinden oluşan sınıflar arasındaki çatışmalarla ilerlemiştir. Tarih, bu çatışmaların yalnızca gündelik mücadeleler değil, aynı zamanda bu mücadelelerin belli aşamalarda nitel bir sıçramayla devrimci kopuşlara yol açtığını göstermiştir.

Tam da burada uzlaşmazlık kavramı belirleyici olur. Bir devrim, hangi sınıfın çıkarına uygundur, hangi sınıfın çıkarına aykırıdır? Bu sorunun cevabı, sınıf konumuyla belirlenir.

• Proletaryanın çıkarı: Üretim araçlarının toplumsallaştırılması, özel mülkiyetin kaldırılması, sömürünün son bulması.

• Burjuvazinin çıkarı: Özel mülkiyetin korunması, artı-değerin işçi sınıfından gasbedilmeye devam etmesi.

• Küçük burjuvazi: Çoğu zaman kararsızdır, ara sınıf niteliği taşır; devrimci dalga güçlü olduğunda proletaryaya, gericilik yükseldiğinde burjuvaziye meyleder.

Bu nedenle sınıf uzlaşmazlığı nesnel bir yasadır. Proletaryanın devrimden çıkarı vardır; burjuvazinin yoktur. Bu uzlaşmazlık geçici uzlaşmalar, ittifaklar, geçici tavizlerle maskelense de temel çelişki ortadan kalkmaz.

Bu, sınıf uzlaşmazlığının siyasal biçimidir: Sömürülen sınıf iktidara geldiğinde, eski egemen sınıfın direncini kırmak zorundadır. Bu kaçınılmazdır. Engels’in dediği gibi: “Devlet, bir sınıfın başka bir sınıfı baskı altında tutmasının aracıdır.”

Bu bağlamda “sınıf bakış açısı” yalnızca ideolojik bir yönelim değil, aynı zamanda somut bir siyasal yöntem ve örgütlenme biçimidir. Sınıf analizine dayalı bakış açısı; olayları kişisel, ahlakî ya da bireysel psikoloji üzerinden değil, üretim ilişkileri, mülkiyet yapısı, sınıfsal çıkarlar üzerinden kavrar.

Marksizm’in bize şunu söyler: Sınıflar var oldukça, sınıf savaşı kaçınılmazdır; sınıf savaşı var oldukça devrim olasılığı ortadadır. Bu, iradeye bağlı bir dilek değil, üretim tarzının iç yasalarından doğan nesnel bir zorunluluktur. Proletarya kendi kurtuluşu için gerçekliği öğrenmeye, örgütlenmeye, sömürücü sınıfları bertaraf etmeye zorunludur.

Kutuplaşmalar, Çatışmalar ve Görünürdeki Seçenekler

Emperyalist bloklar: ABD ve Çin/Rusya “rekabeti.” Her iki kamp da kendi sermaye sınıfının çıkarını savunur. Birinin “daha az kötü” olduğu yanılsaması, ezilenleri kendi sömürücüsüne rıza göstermeye iter.

Yerli klik dalaşları: Türkiye’de CHP–AKP kutuplaşması ya da aynı partinin içindeki hizip savaşları (Özgür Özel–Kılıçdaroğlu–İmamoğlu). Burada çatışan, emekçi halkın çıkarları değil, burjuvazinin farklı kesimlerinin çıkarlarıdır. Kimi uluslararası sermaye ile daha içli dışlı, kimi yerli sermayeyi korumacı gösterir, kimi “AB’ci”dir, kimi “milliyetçi”dir ama hepsi aynı sınıf düzeninin devamını savunur.

“Bu çatışmanın toplumsal temelinde hangi sınıfın çıkarı var? Ezilen sınıfların çıkarı nerede duruyor?”

Sorun tam da buradadır: Bu tür klik dalaşlarında halkın çıkarı yoktur. Çünkü: Emperyalist devletler arası çatışma, hangi emperyalist blokun sermaye birikimini büyüteceği kavgasıdır. Yerli klik dalaşı ise hangi egemen sınıf hizbinin devleti ve kaynakları hangi sermaye grubuna peşkeş çekeceği kavgasıdır.

Yani ortada gerçek bir “halk seçeneği” yoktur. Halk, yalnızca “hangi patronun sofrasına oturacağı” konusunda tercihe zorlanır. Oysa halkın masada yeri yoktur, kendisi yemektir.

Taraf Olmak: İdeolojik Manipülasyon

Burada devlet aygıtının ideolojik aygıtları devreye girer: Medya, parti aygıtları, sivil toplum maskeleri… Bütün bunlar “sanki senin de çıkarın var” hissiyatı üretir: “Ülke beka sorunu yaşıyor”, “Batı bizi bölmek istiyor”, “Demokrasi için şu hizip kazanmalı.” Ya da emperyalist kamplaşmada: “Küresel denge ABD’nin tekelinden kurtuluyor” diyerek Çin ya da Rusya hayranlığı körüklenir. İran Siyonist İsrail’e yeğ tutulur…

Böylece işçi sınıfı kendi sınıfsal gündemini terk eder, başka sınıfların iç kavgasına yedeklenir.

Bu tuzağın tarihsel dersleri de vardır. Örneğin Birinci Dünya Savaşı, emperyalist devletlerin yeniden paylaşım kavgasıydı. Ama işçi sınıfı partilerinin büyük bölümü “kendi” burjuvazisini destekledi. Alman Sosyal Demokratları Alman burjuvazisini, Fransız sosyalistleri Fransız burjuvazisini destekledi. Böylece enternasyonal işçi sınıfı birbirini öldürdü — kazanan burjuvazi oldu. Ancak Bolşevikler tam tersini yaptı: Emperyalist savaşa karşı “kendi burjuvazisine karşı savaşı” savundu. “Anavatan savunusu” yerine “proletarya devrimi” dedi. Bu, Marksist sınıf bakış açısının en net sınavıdır.

Ne yapmak gerekir?

Toplumcu bakış açısı şunu öğretir: Ezilenlerin tarafı, egemen sınıf kliklerinin çatışmasında taraf olmak değil, kendi bağımsız hattını yaratmak ve güçlendirmektir. Devamla, emperyalist blok çatışmalarında ezilenlerin çıkarı hiçbir emperyalist bloka yedeklenmemektir ve son olarak her biri uşak kliklerin dalaşında ezilenlerin çıkarı, burjuva düzen içi “en iyi”yi seçmek değil, kendi iktidar alternatifini yaratmak ve devrimci mücadeleyi büyütmektir. Toplumcu bakış açısı, her türlü gerici kutuplaşmaya karşı halkın kendi bağımsız mevziini korumayı öğretir. Kimi destekleyeceğine değil, neyi örgütleyeceğine odaklanır. Çözüm, gerici ve burjuva hiziplerden birini seçmek değil, sınıf bilincini büyütmek ve örgütlenmektir.

Tags: burjuvaküçük burjuvaProletaryatoplumcu bakış
ShareTweetSendShareScanSend
Önceki Yazı

Ankara’da Suruç Katliamı anmasına polis saldırdı

Sonraki Yazı

Ankara’da Suruç eyleminde gözaltına alınan 18 kişi adliyeye sevk edilecek

Related Posts

Güncel

RÖPORTAJ | “Uyuşturucu sorunu toplumun kanayan bir yarası”

17 Temmuz 2025
Güncel

DÜNYA | İran-İsrail İkileminde Halkların Bağımsız Cephesi ve Emperyalist Çıkarların Ötesi

15 Temmuz 2025
MEŞA AZADÎ

İran-İsrail Savaşı, Kürt Hareketi ve Halk İsyanlarının Realitesi

12 Temmuz 2025
POLİTİK - GÜNDEM

Emperyalist Kriz ve Savaş Sarmalı

10 Temmuz 2025
Kadın

Kadının Beyanı Neden Esastır? -I

10 Temmuz 2025
Çevre

“Üreten Biz, Tükenen de Biz…”

8 Temmuz 2025
Sonraki Yazı

Ankara'da Suruç eyleminde gözaltına alınan 18 kişi adliyeye sevk edilecek

Hakkımızda

Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi; işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: [email protected]

2024 Yeni Demokrasi – Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi | işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: [email protected]

  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
  • Tüm Haberler

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler

Copyleft 2020, dizayn yeni demokrasi
İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz:[email protected]