4 Ağustos, Pazartesi
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle

Anasayfa » Toplumsal Pratik, Bilginin Gelişim Süreci ve Sınıf Savaşımı -I

Toplumsal Pratik, Bilginin Gelişim Süreci ve Sınıf Savaşımı -I

İnsan Bilinci ve Bilgi Edinme Faaliyeti

4 Ağustos 2025
içinde BİLİM, Yazılar
Facebook'ta PaylaşX'te PaylaşWhatsappTelegram
Google Haberler Google Haberler Google Haberler
ADVERTISEMENT

“İnsanın toplumsal pratiği, yalnızca üretim faaliyeti değildir. Başka pek çok çeşit faaliyet vardır; sınıf savaşımı, siyasal yaşam, bilim ve sanat faaliyetleri gibi. Kısacası toplumsal bir varlık olarak insan toplumdaki pratik yaşamın bütün alanlarına katılır. Böylece insan, insanlar arasındaki çeşitli ilişkileri, yalnızca kendi maddi yaşamı aracılığı ile değil (her ikisi de sıkı sıkıya maddi yaşamla bağlı bulunan) siyasal ve kültürel yaşam yoluyla da derece derece öğrenir. Bunlar arasında, çeşitli biçimlerdeki sınıf savaşımı, insan bilgisinin gelişmesi üzerinde özellikle derin etkiler yapar. Sınıflı toplumda herkes, belirli bir sınıfın üyesi olarak yaşar ve her düşünce biçimi, istisnasız, bir sınıfın damgasını taşır.”                 

                                            (Mao Zedong)

Milyarlarca yıllık bir tarihe sahip canlı organizmaların çevreyle etkileşimlerinin bilinç düzeyine ulaşması kuşkusuz karmaşık bir sürecin ürünüdür. İlkel organizmaların elektro-kimyasal etkilere tepki verme dürtüsü, çok uzun bir evrim sürecinin ardından kendisinin ve çevresinin farkına varma ve daha da ötesi hem çevreye hem de kendine müdahale etme aşamasına ulaşmıştır. Bu durum, canlılığın benzersiz bir aşamaya eriştiğinin açık bir göstergesidir. Bu aşamada, bilinen tek bilinçli organizma olan insan; çevreye müdahale becerisini günlük yaşamsal pratiklerden bilgi edinme ve biriktirme, bu birikimi sonraki nesillere aktarma, topladığı bilgiden soyutlamalar üretme ve bu soyutlamalar üzerinden yeni yaşamsal pratikler geliştirme yeteneğiyle sürdürür. Yani insan, pratiğinden öğrenir; öğrendiklerini sistematikleştirir, farklı deneyimlerle birleştirir ve böylece daha ileri pratikler hayata geçirir. Dolayısıyla bilinç seviyesi de sürekli gelişir; bilinç geliştikçe toplum ve çevre de değişir.

Burada esas olgu, bilincin tamamlanmamış veya her pratiği mükemmel biçimde soyutlamalar yaparak daha ileri pratiklere her zaman dönüştürememe olgusudur. 

Bilinç mekanik bir yapı değildir, sürekli gelişim halindedir ve dolayısıyla her aşamada her çelişkiyi mekanik bir biçimde çözme özelliği yoktur. Başka bir ifade ile, oluşturduğu soyutlamalar ne biçimde bilgi edindiği ve edindiği bilginin yeterliği ile de ilintilidir. Bu sebeple kimi çelişkilerin içerisinde daha fazla birikime ihtiyaç duyabilir, kimi zaman ise edindiği bilgileri yeniden ve yeniden pratik sahada test etmesi gerekebilir. Ancak çoğu zaman, edindiği bilgiler yeterli olsa da soyutlamalar kurarken ya da sistematik bir teori oluştururken izlediği yöntem, o birikimin daha ileri pratiklere dönüşüp dönüşmemesi hususunda belirleyici hale gelir. Bilinçli bir eylemin ürünü olan bilgi edinme faaliyeti, gerçekle örtüştüğü oranda daha ileri pratiklerin önünü açar. Yani pratikten edinilen bilginin farkına varmak ve tanımlamak, diğer bilgiler ile ilişkisini gerçekle uyumlu biçimde kurarak gerçekle uyumlu bir öngörüde bulunmak bilimsel yöntemi gerektirir. Bu her zaman başarılamayabilir, öngörüler her zaman gerçekle uyumlu sonuçlar vermeyebilir; ancak öngörüler pratikte sınanır ve bilincin önünde yeni pencereler açılır. 

Az önce belirttiğimiz gibi bu olgu mekanik bir süreç değildir, insanın yaşamsal tüm pratikleri aynı zamanda öngörülerini sınama sürecidir. Toplumsal ilerleme sağlamanın, daha ileri pratikler kurmanın, daha karmaşık çelişkilerin üstesinden gelmenin, bilgi birikimi toplumsal ilerleme lehine geliştirmenin yolu pratik süreçlerden bilimsel yöntem yolu ile bilgi edinerek onu teorileştirmekten geçmektedir, öngörüleri de bilimsel olarak inşa etmek gerekmektedir. 

Özellikle pozitif bilimlerde gözlem ve deney; bilgi birikimini artırmanın, tabiatın gizlerini çözmenin ve müdahale edebilmenin ayrılmaz bir parçasıdır. Bunun temelinde ise insanın çevresiyle kurduğu karşılıklı değişim ve gelişim ilişkisinde, gerçeğe dayanma zorunluluğu yatar. İnsanlığın binlerce yıllık varlık felsefesi tartışmalarının ve bilimsel kuram üretme çabalarının kökeninde de bu olgu bulunur. İnsanın kendisini ve çevresini gerçeklere yaslanmadan sorgulaması, anlaması ve bu ilişkiyi sürdürmesi mümkün değildir. Şüphe ve sorgulama, soyutlamalar yoluyla düşünen insan bilincinin müdahale becerisini geliştirmesinin de temel aracıdır. İşte bu arayış, Bertrand Russell’ı şu soruyu sormaya yöneltmiştir:

“Belli bir durumda, inandığımız şeylerin yanlış olmadığını nasıl bilebiliriz?”

Toplumda deney veya gözlemden, toplumsal veya tarihsel deneyimlerden, günlük yaşam pratiklerinden doğan bilgilere yaklaşım iki biçimde olmaktadır. Birincisi, tümü ile somut pratikten doğan bilgiye dahi şüphe ile yaklaşarak yeniden pratiğe dönüşmesine ayak diremek veya soyut gerekçelerle reddetmek, ikincisi ise tümü ile tartışmasız gerçek kabul ederek değişmez ilan etmektir. Ancak ikisinin de hatalı yönleri bulunmakta ve bilimsel bir yöntem geliştirmeye engel olmaktadır. Birbiriyle taban tabana zıt gibi duran bu iki yaklaşımın ikisinin de yöntemi metafiziktir. Çünkü tabiatın davranışına aykırıdır. 

Buradaki temel mesele, edinilen bilginin, bilinen gerçeklikler ve deneyimlerle, yani gerçeklikle ne derecede uyumlu olduğudur. Biraz uç ama açıklayıcı bir örnekle şöyle ifade edebiliriz: Yolda yürürken daha önce ayağı hiçbir engele takılmamış ve taş görmemiş biri, ayağının bir taşa takılmasıyla düşer ve böylece yeni bir deneyim edinir. Bu kişinin düşerek canının yanmasını nasıl açıkladığı, edineceği bilginin içeriğini de belirler. Düşme olayı, daha önce hiç deneyimlemediği bir nesneyle ve onunla kurduğu etkileşimle ilgilidir. Bu deneyimden yola çıkarak her taş gördüğünde düşeceğini varsaymak ve taştan kaçmak bir yaklaşımdır. Öte yandan, bu etkileşimi taşa ya da taşla kurulan ilişkiye dayandırmak yerine mistik bir şekilde açıklamak ise bambaşka bir yaklaşımdır. Ancak taşı, taş ile kurduğu etkileşimi açıklamaya girişmek, yeniden bu biçimde bir etkileşim kurmamanın yollarını aramak ise başka bir yaklaşımdır. Yani daha ileri pratikler sergilemesinin, bilgi-birikimini artırmanın yolu daha fazla pratik değildir, bu pratiklerden nasıl bilgi edinileceği ve hangi yöntemlerle öngörü oluşturulacağı önemlidir. Sorun, her zaman çok sayıda deney ve gözleme sahip olmak değil, bunların hangi yöntemle ele alındığıdır. Bu noktadan sonra, yani yönteme dair yapılacak yanlışlar, gelişmiş toplumsal pratiklerin ve ileri bilimsel çalışmaların kaderini belirler. Bir öngörünün ya da teorinin bilimsel olup olmadığını da esasen kullanılan yöntem tayin eder. Elbette bir teorinin ispatlanabilir olması önemli bir ölçüttür, ancak bu ispat hemen mümkün olmayabilir. Örneğin, sicim teorisi yapısı gereği bilimsel bir teoridir; somut gözlemlerden yola çıkarak oluşturulur. Bu gözlemler, mevcut kanıtlanmış teoriler ve sonuçlanmış deneylerle uyumlu biçimde işlenir, kabul gören ve gerçekle örtüşen yöntemlerle kuramsallaştırılır ve zamanla ispata açılır. Ancak sicim teorisinin tüm öngörülerini ispatlamak veya bütünlüklü bir deneysel süreç işletmek bugün için neredeyse imkânsızdır. Yine de bu, sicim teorisinin bilimsel olduğu gerçeğini değiştirmez. Zaman geçtikçe bazı gerçekle uyuşmayan yönleri veya geliştirilmeye muhtaç yönleri açığa çıkabilir ki, bilimsel bir teori tüm bunlara açıktır. Belirtmek istediğimiz şudur, bir teorinin bilimsel olması illa somut deneyler ile ispatlanmış olmasına bağlı değildir, ancak ispata açık olması onun temel bir özelliğidir. 

Bu konuda pozitif bilimler ve toplumsal alanda kimi farklılıklar bulunmaktadır. Şu durum aşikârdır ki pozitif bilimler, şüphe ve bilinemezci yaklaşımları daha fazla kaldırabilmektedir. Tabiatın insan karşısındaki büyüklüğü, karmaşıklığı ve sınırsız görüntüsü, gerçeği çoğu zaman yalnızca bir verili zamanda kabul edebilmeyi beraberinde getirmektedir. İnsan bilgisinin sınırlılığı ve gözlem alanlarının görece darlığı, bu olguyu bir zorunluluk olarak karşımıza çıkarır. Bilimsel bilgi-birikim genişledikçe, gerçek daha büyük ölçekli veya farklı yönleriyle açığa çıkmakta, dolayısı ile eski teoriler yerine daha ileri, gelişmiş ve gerçekle daha fazla örtüşen teorilere bırakmaktadır. Bunun oluşma süreci pozitif bilimlerde de zor olabilmektedir, çünkü bazen gerçeklik insanın bilincinin sınırlarını aşan ve gündelik yaşamından aşina olmadığı davranışlarda olabilmektedir. Burada mesele, dogmatizme düşmeden her ne kadar alışık olduğumuz rasyonel örüntülere aykırı da olsa, gerçeğe bakabilmektir. Burada da devreye pozitif bilimlerin ne aşamada olduğu ve onun hangi toplumsal yapının içerisinde geliştiği gibi olgular devreye girmektedir. Bilimsel alandaki gelişmelerin laboratuvar duvarlarını aşarak toplumsal yaşamda karşılık buluyor oluşu, bunun temel sebebidir. Bilindik bir örnekle devam edersek: Newton’ın kütleçekim üzerine ortaya attığı tezler, dönemin toplumunda pek de rasyonel bir algı oluşturmamaktaydı. Birbiri arasında hiçbir bağlantı bulunmayan, derin boşlukta süzülen iki büyük nesne, iki gezegen arasında sırf kütleleri olduğu için bir etkileşim olduğu öne sürülmekteydi. İnsanlar bunun mümkün olabileceğine dair mantıksal bir çıkarımda bulunamamaktaydı. Bu insanlar içinde Newton da vardı. Ancak, model çalışmaktaydı, birçok pratik sorunu çözebilmekteydi. Dolayısı ile Newton’ın kütleçekim teorisi bilimsel bir teoriydi. Bugün artık iki kütle arasındaki etkileşimi Newton teorisinden daha gelişkin teoriler ile ve daha iyi çalışan modeller ile açıklayabilmekteyiz. Buna rağmen, Newton’ın teorisi bilimsel bir teoriydi, gerçeklerle uyum kaygısı taşımaktaydı. Yeni teoriler, Newton teorisi üzerinden gelişebilmiş ve daha fazla gerçeği açığa çıkarmıştı. Söz konusu pozitif bilimler olduğunda, her zaman gerçekliğin daha farklı yönlerini ve düşündüğümüzden daha farklı biçimlerini keşfetmemiz mümkündür. Bilgilerimizin doğruluğu veya yanlışlığı ise, bilgiyi ne biçimde tanımladığımıza, nasıl bir öngörü yöntemine sahip olup olmadığımıza göre değişmektedir. Nihayetinde doğrular veya öngörüler sınanmaya açık olduğu durumda, o veya bu biçimde, her zaman daha ileri pratiklerin ve nihayetinde bilgilerin ortaya çıkmasına olanak tanır. 

“TERSİ DE DOĞRU OLAN DAHA DERİN DOĞRULAR”

Kuantum mekaniğinin henüz emekleme döneminde olduğu ve henüz geniş bir çevrede anlaşılamadığı bir dönemde, bu alana önemli katkılarda bulunmuş olan Niels Bohr, gündelik algımız ile tabiatın ortaya çıkan yeni davranış biçimlerinin ve özelliklerinin arasındaki uyuşmazlığı şu biçimde açıklamaktaydı: “İki tür doğru vardır, tersinin yanlış olduğu gün gibi ortada olan yüzeysel doğrular ve tersi de doğru olan daha derin doğrular.”

Sıklıkla verilen bir örnekle durumu açıklayabiliriz: Bir oda içinde yuvarlak bir akvaryum olduğunu düşünelim. Bu akvaryumda, varsayalım ki bilinci gelişmiş bir balık yaşıyor olsun. Odanın, akvaryuma göre sağ tarafında bir kapı bulunsun ve her gün bu kapıdan içeri girerek balığı besleyen bir insan olsun. Bu durumda, akvaryumdaki balığın geliştireceği teori, insanın odanın sağ tarafından girip dairesel bir yol izleyerek kendisini beslemeye geleceği yönünde olacaktır. Ancak akvaryumdaki su ve camın geometrisi ışığı kırar; ayrıca akvaryumun konumu nedeniyle balığın insanın hareketini algılayışı farklılaşır. Balık, çevresini farklı boyutlarda ya da konumlarda görür ve görüntü de bozulmaya uğrar. Öte yandan, insan bu faktörleri farklı algılar ve ona göre bir değerlendirme yapar. Balık, gördüklerine dayanarak insanın kendisine yiyecek getirmek için ne kadar mesafe kat edeceğine, nasıl bir yol ve yön izleyeceğine dair bir öngörü geliştirebilir. Bu model her gün çalışmaya devam eder ve balığın günlük yaşamıyla uyumlu bir düzen oluşturur. Aynı olgu, insan için de geçerlidir, kendi gözlem ve deneyimlerine göre oluşturduğu teori günlük pratik faaliyetini tamamlamaya yarayacak ve modeli çalışacaktır elbette. Ancak bu balık evrim geçirerek akvaryumdan dışarı çıktığı vakit, gerçekliği başka biçimlerde tanımlayacak ve artık elindeki bu modeli değiştirmesi gerekecektir. Pozitif bilimlerin gelişimi de bir ölçüde bu biçimde olmuştu. 

Antik çağda Leukippos ve öğrencisi Demokritos, evrenin ve tabiatın temel yapı taşlarına dair düşünürken, her şeyin “atom” adı verilen (Eski Yunancada “bölünemez” anlamına gelir) küçük temel parçalardan oluştuğu fikrini öne sürmüşlerdi. Demokritos’un döneminde bu fikri doğrulayacak herhangi bir gözlem ya da deney aracı yoktu. Yine de bu düşünce, yalnızca bir varsayım olmasına rağmen, varlığın yapısını, oluşumunu ve gelişimini maddi temelde açıklama, yani gerçeği açığa çıkarma arayışının bir ürünüydü. İnsan toplumunun gelişim seyri içinde bu fikir yaklaşık 2000 yıl boyunca unutulmuş, önemsenmeyen bir varsayım olarak tarih raflarında yerini almıştır. 1800’lü yıllara gelindiğinde ise, John Dalton başta olmak üzere fizikçi ve kimyagerler maddenin yapısına dair önemli bulgular elde etmeye başlamışlardı. Kimyasal reaksiyonlar sırasında çeşitli maddelerin, belirli oranlarda tepkimeye girebildiklerini ve bu oranların aynı maddelerin yapısal özelliklerini ortaya çıkardığını fark ettiler. Böylece asırlar sonra atom teorisinin modern versiyonu ortaya çıkmış oldu. Görece uzun sayılamayacak bir süre içerisinde atom içerisinde daha küçük parçacıkların farklı oranlarda var olduğu ve bu parçacıkların miktarının atomların dolayısı ile maddelerin yapısını belirlediği keşfedildi. Örneğin bir atom içerisinde kaç tane proton olduğu atom numarasını ve tüm kimyasal özelliklerini belirlerken, nötron sayısının ise o elementin hangi izotop olduğunu, kütlesi gibi özelliklerini belirlediği keşfedildi. 

Buraya kadar, en azından fizik camiasında büyük bir kırılma yaşanmamıştı. Ancak ışığın da enerji paketçiklerinden oluştuğunun ispatlanması ve atom altı parçacıkların davranışlarına dair keşifler, insanın gündelik rasyonel düşünce yapısını zorlayan buluşlar oldu. Newton’dan ve hatta ondan da önceki tartışmalardan miras alınan konular, herkesi şaşırtacak bir aşamaya ulaşmıştı. Fotonların, yani ışığı oluşturan enerji paketçiklerinin ve temel atom altı parçacıkların parçacık mı yoksa dalga mı olduğu sorusu ilginç bir biçimde noktalanmıştı: Bir elektron hem parçacık hem de dalga gibi davranabiliyordu. Yani hem kütlesi olan bir partikül yapısına sahipti hem de enerji alışverişi yapan bir dalga gibi hareket edebiliyordu.

Dolayısıyla iki farklı olgu, tartışmanın iki yönü, aynı anda geçerliydi. Demokritos’un dönemine göre farklı olan ise toplumun artık bu olguların ortaya çıkmasına ve sağladığı yeni ürünlere daha fazla ihtiyaç duymasıydı. Ayrıca, deney ve gözlem araçları bu teorilerin ispatlanmasına imkân tanıyacak düzeye ulaşmıştı. 

(devam edecek)

Tags: bilgibilinçtoplumsal pratik
ShareTweetSendShareScanSend
Önceki Yazı

Filistin eyleminde gözaltına alından 2 kişi serbest bırakıldı

Related Posts

KOLEKTİF DOĞRULTU

Toplumcu Bakış Açısının Güncel Geçerliliği ve Zorunluluğu

4 Ağustos 2025
Ekonomi

KKM ve Ekonomik Sömürü Gerçeği

2 Ağustos 2025
Yazılar

Emperyalizm Kıskacında Bir Coğrafya: Kafkasya

2 Ağustos 2025
Yazılar

Egemenlerin Oyunları, Kitlelerin Bulandırılan Bilinci

1 Ağustos 2025
Kadın

Kadının Beyanı Neden Esastır?-II

1 Ağustos 2025
Yazılar

Borçla Ekilen Hacizle Biçilen Tarım

29 Temmuz 2025

Hakkımızda

Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi; işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: [email protected]

2024 Yeni Demokrasi – Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi | işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: [email protected]

  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
  • Tüm Haberler

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler

Copyleft 2020, dizayn yeni demokrasi
İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz:[email protected]