2024 yazında, özellikle hasat mevsiminin başlamasıyla birlikte üreticilerin yaşadığı isyanı hatırlayalım. Tarlada kalan ürünler, üreticinin emeğinin karşılık bulmamasıyla birleşince büyük öfke patlamalarını gündeme getirmişti. Emeği ve geleceği demek olan ürünlerin bilinçli politikalarla değersizleştirilmesi, bu şekilde rant politikalarına kurban edilmek üreticiyi haklı olarak öfkelendirmişti. Şimdi 2025 hasat dönemi kapıda. Bazı bölgelerde, özellikle hububat ekimlerinde hasat başladı; ancak bu yıl, iklim koşullarının yarattığı ağır sorunlar hasat öncesi süreci gölgeledi.
“Zirai don” başta olmak üzere pek çok doğa olayı tarımı vurdu. Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar’ın açıklamasına göre tam 65 ilde zirai don tespit edildi; kimi illerde ürünlerin tamamına yakını zarar gördü. Bayraktar yaşananları “afet” olarak tanımlıyor. Ancak bu “afet” sadece doğa kaynaklı değil; tarımda ekimden hasada, üreticinin alın terinden ürünün korunmasına kadar yürütülmesi gereken temel adımların aksaması da buna ekleniyor.
Çiftçi emeğinin karşılığını alamıyor, çünkü üretim sürecinde temel risklere karşı alınan sigorta, yüksek primlere rağmen yeterince koruma sağlamıyor. Bu da tarımın geleceğini “şansa” bırakmak anlamına geliyor. Üstelik bu durum yeni değil; yıllardır programsızlık ve denetimsizlik çiftçiyi kaderine terk ediyor. Bu programsızlığın ve denetimsizliğin kadro ya da maddi yetersizliklerle ilgili olmadığını hatırlatalım. Çünkü bu bir tercih ve rant alanları yaratmaya hizmet etmektedir. Bu koşullar az sayıdaki büyük tüccar için “büyük gelir” demek oluyor. Üstelik bağımlı hale getirilen çiftçilerin çaresizliği onları daha kontrol edilebilir bir sürece itekleyeceği için de bu bilinçli bir “programsızlık” olarak değerlendirilmelidir.
Sorun yalnızca doğadan veya tarım politikalarından kaynaklanmıyor; derinleşen ekonomik kriz ve hızla yükselen üretim maliyetleri de çiftçinin omuzlarındaki yükü ağırlaştırıyor.
BORÇ İÇİN ÜRETİM
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ziraat Bankası’nın 4. Tarım Ekosistemi Buluşması’nda, “Çiftçi borç batağında değil, tarım dimdik ayakta” dedi. Peki, hangi çiftçi? Hangi tarım? Erdoğan, sarayının arka bahçesine baktığından olsa gerek (!) durumdan memnun: gübre sorunu yok, su zamanında geliyor, fiyat garantili satış hazır… Böyle görünce “çiftçi borç batağında değil” demesi de hiç şaşırtıcı değil.
Ama gerçekler çok farklı. Çiftçilerin bankalara olan borçları son bir yılda yüzde 50’den fazla arttı, son 20 yılda ise tam 173 kat yükseldi. Mart 2025 itibarıyla çiftçilerin toplam borcu — banka ve Tarım Kredi Kooperatifleri dahil — yaklaşık 1,12 trilyon liraya ulaştı.
Bu tablo net: Türkiye’de çiftçi artık ürün değil, borç ekiyor. Hububat gibi temel ürünlerde Türkiye Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) açıkladığı alım fiyatları ne ekim maliyetini karşılıyor ne de hasadın hakkını veriyor. Hasat dönemi daha yeni başlarken bile tarlalarda ürünler kalıyor; bazı bölgelerde ürünler maliyetin altında satılmak zorunda bırakılıyor. Üretici, emeğinin karşılığını alamıyor.
Üstelik halkın meyve-sebze erişimi her geçen gün zorlaşıyor. Ne üretici kazanabiliyor ne de halk sağlıklı ürüne ulaşabiliyor.
2025 yazı çiftçiler için daha da zorlu geçecek.
Seneye inşallah(!)