Bir kez daha emperyalistlerin Filistin meselesine sahtekarca ve çözümsüzlüğü dayatan bir tarzda yaklaştıklarına tanık olmaktayız. Bu sefer ki hamle, birçok kez deneyip de başarılı olamayan ABD tarafından “Yüzyılın anlaşması” şeklinde ilan edildi. Bu anlaşma, emperyalizme dair kavrayışı geri olan anlayışları, lanse ediliş biçimine bakıldığında, umut veren, heyecanlandıran bir anlaşma beklentisine sokmaktadır. Ancak içeriğine ve alınan kararlara bakıldığında, daha önceki onlarca anlaşma ve vaatten öteye gitmeyen, hatta Filistin halkını ve devletini daha da zora sokacak olan bir anlaşma olduğu görülmektedir.
Filistin meselesi on yıllardır kanayan bir yara olarak orta yerde durmaktadır. Filistin halkının haklı, meşru ve destansı mücadelesi hala devam etse de, yaklaşık son 20 yıllık süreç içinde, bu mücadelede emperyalistlerin işbirlikçi ve yerli uşakları tarafından defalarca ihanete uğratılmıştır. Bu süreç, mücadeleci, direngen bir politika yerine, teslimiyeti, tasfiyeyi ön plana çıkaran bir hatta ilerlemektedir. Bunu fırsat bilen veya fırsata çevirmek için tetikte bekleyen, sürecin en başından beri işin ana aktörü olan ve sürekli İsrail’in arka bahçesinde hesaplar, planlar yaparak Filistin halkına zulmeden, başta ABD emperyalizmi olmak üzere, tüm emperyalist devletler, her defasında timsah gözyaşlarına bürünerek masaya oturmakta, hiçbir hakları ve meşrulukları olmamasına rağmen bir ulusun kaderini belirlemeye çalışmaktadırlar.
On yıllardır “ara bulucu” olduklarını iddia eden bu haydut devletler tarafından yapılan her “ateşkes”, “barış” anlaşmalarının ayrıntılarında, ezilen bir ulus pozisyonunda olan Filistinlilerin hakları parça parça tırpanlanmakta; öte taraftan işgalci pozisyonunda bulunan İsrail’e her seferinde yeni misyonlar biçilmekte, bir anlamıyla “dokunulmazlık” zırhı ve sınırları giderek genişletilmektedir. Bunları fırsat bilen siyonist İsrail devleti ise, saldırılarını daha bir pervasızlaştırmakta, sadece Filistin’e değil, diğer bölge ülkelerine de ciddi bir tehdit unsuru olarak konumlanmaktadır. Lübnan, Ürdün, Suriye gibi ülkeler, sık sık İsrail’in hedefi olmaktan kurtulamamaktadırlar.
“YÜZYILIN ANLAŞMASI” NE ANLAMA GELMEKTEDİR?
28 Ocak 2019 günü ABD Başkanı Donald Trump İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu yanına alarak Beyaz Saray’da bir açıklama yaptı ve bu anlaşmayı kamuoyuna duyurdu. Açıklamanın yapılmasından sonra açıkça görüldü ki, bu anlaşma çözüm odaklı olmak yerine, Filistin’in tasfiyesine yöneliktir. Bu plan da yavaş yavaş hayata geçirilecek ve bir süre sonra Filistin diye bir şey kalmayacaktır.
Anlaşmaya göre Kudüs, İsrail’in “bölünmez” başkenti olarak kabul edildi. ABD tarafından 2017 yılında alınan ve büyük tepkilere yol açan bu kararın bu tek taraflı anlaşmayla garanti altına alınması, yukarı da ifade ettiğimiz tasfiye adımlarından biridir.
Bu anlaşmanın Filistin’e lütfettiği (!) maddelerden birinde; Filistin’e başkenti Kudüs’ün doğusunda bir bölgede yer alan bağımsız bir devlet öngörülmektedir. Trump’un iddiasına göre, Filistinliler bugünkünden 2 kat daha fazla toprağa sahip olacaklar ama nasıl? İsrail’e koşulsuz verilen haklar, Filistin için şartlara bağlanmaktadır. Buna göre Filistin’in bölgeye sahip olması, ABD tarafından bağımsız bir devlet olarak tanınması için bu anlaşmayı 4 yıl süre içerisinde kabul etmek zorunda bırakılmaktadır. Bu dört yıllık süre içinde Filistin silahlarla arasına mesafe koyacak ve İsrail işgalini kabul etmek zorunda kalacak. Trump ayrıca, Ortadoğu barış planının bağımsız bir Filistin devleti ve Filistinliler için “son şans” olduğunu söyleyerek bir sonraki adımda yapılacakların da sinyalini vermektedir.
Filistin için bir diğer madde ise, yine şartlara uyulduğu, uslu bir çocuk olunduğu müddetçe, 50 milyar dolarlık ekonomik yardım alacağı ve işsizliğin bitirileceği yönündedir. Filistin hükümetinin ağzına bir kaşık bal çalarak bir ulusun geleceğiyle ilgili kararlar veren emperyalistler, Filistin halkının on yıllardır sürdürdüğü kararlı mücadelesini bitirebileceğini sanmaktadır. Ama gelen tepkilerden anlaşılmaktadır ki, bu onurlu halk dayatılan bu kölelik koşullarını kabul etmeyecektir.
Anlaşmanın diğer maddelerinde İsrail açık bir şekilde bölgenin hakimi yapılmak istenmektedir. Mescid-i Aksa’nın statüsünün değişmeyeceği, İsrail’in bu bölgenin güvenliğini sağlamaya ve Müslümanların Mescid-i Aksa’daki ibadetlerini yapmasını temin etmeye devam edeceği de diğer bir maddenin kapsamında. Silahların gölgesinde, izin verildiği oranda bu bölgeye girilecek olması da büyük tartışmalara ve çatışmalara yol açacak gibi görünmektedir.
ABD emperyalizminin İsrail ile birlikte yaptığı bu tek taraflı anlaşmanın hedeflerinden biri İsrail’in hakimiyet alanını genişletmek ve bunun üzerinden bölgede daha fazla etkin hale gelmektir.
Anlaşmanın diğer bir ayağı ise emperyalistlerin ve onların işbirlikçilerinin, Filistin ulusu gibi ezilen ama direngen, ezilen ama dayatılanı kabul etmeyerek onların oyunlarını bir anlamda bozan ulusları tahakküm altına almak olarak da okunabilir. Ezilen uluslar üzerindeki bu baskı ve sindirme politikasının Ortadoğu’da sadece Filistinlilerle sınırlı kalmayacağı açıktır. Bir süredir Rojava’da demokratik bir yönetim oluşturmaya çalışan cihatçı çetelere karşı mücadele yürüten, ÖSO adı altındaki TC destekli çetelere ve TC ordusuna karşı geri adım atmayan Kürtler üzerine de benzer planlar yapılmakta emperyalistlere biat etmeleri yoksa hiçbir hakkın tanınmayacağı tehditleri savrulmaktadır.
Bugüne kadar ki onlarca pratikten çok iyi biliyoruz ki, kararlı, inançlı, mücadeleci, direngen bir halkı, ulusu hiçbir güç yenememiştir. Ulusların kendi kaderini tayin mücadelesi ihanetlere ve teslimiyete evrilmemişse, eninde sonunda kazanımlarla sonuçlanacaktır. Bu anlamıyla Filistinlilerin ve Kürtlerin işgalci ve ilhakçılara karşı verdikleri haklı ve meşru mücadelelerini, anti-emperyalist mücadeleyle bütünleştiren adımları atmak, onların mücadelesini sınıf mücadelesiyle birleştirip başarı elde etmek, devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin önemli görevlerinden biridir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 20 Şubat 2020 tarihli 55. sayısından alınmıştır.