20 Haziran, Cuma
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle

Anasayfa » Haksız İsrail Saldırılarına Karşı Halkın Kurtuluşu Yolunda Devrim

Haksız İsrail Saldırılarına Karşı Halkın Kurtuluşu Yolunda Devrim

20 Haziran 2025
içinde KOLEKTİF DOĞRULTU, Yazılar
Görsel Tasarım: The Cradle

Görsel Tasarım: The Cradle

Facebook'ta PaylaşX'te PaylaşWhatsappTelegram
Google Haberler Google Haberler Google Haberler
ADVERTISEMENT

İsrail’in İran’a saldırısıyla başlayan yoğun savaş gerilimi tüm dünyada birçok tartışmayı alevlendirdi. Bu tartışmaların önemli bir kısmını “savaşın büyüyeceği ve yaygınlaşacağı” öngörüsü oluşturuyor, diğer önemli bir kısmını ise bu savaşa ve savaşın taraflarına karşı tutumun ne olması gerektiği. Bunları değerlendirmeden önce ne olup bittiğine değinmek yararlı olacaktır. Böylece hem genel yaklaşımımız hem de tutumumuz için gerekli veriler ortaya konmuş olacaktır.

Beklenmedik, “Eli Kulağında” Saldırı

İsrail’in İran’a saldırısı “beklenmedik” bir zamanda ve üst düzeyde olmakla birlikte “eli kulağında” bir gelişme olarak kayıtlara geçti. Çünkü İsrail başından beri bu saldırının zorunluluğundan ve buna hazırlığından bahsetmekteydi. İsrail’in pervasız bir üslupla geliştirdiği savaş propagandasını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Yönetim Kurulunun 19 üyesinin İran’ın yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum stokunun “görmezden gelinemeyeceği” kararı da destekledi. Karara Rusya, Çin, Burkina Faso karşı çıkmış, diğer 11 ülke ise “çekimser” oy kullanmıştı. İran’ın nükleer silaha ulaşma niyeti taşımadığını açıklaması Ajans’ın; aslında ABD, İngiltere, Fransa, Almanya’nın tutumunda bir değişikliğe neden olmadı, sürekli olarak nükleer silaha erişime az bir zaman kaldığı iddia edildi. İsrail için bu son karar da “saldırının meşruluğuna” bir gerekçe oldu. Oysa İran, başından beri, yaptırımların kaldırılması karşılığında açık bir iş birliği sergilemekteydi. Bu gerekçeyi meşru zemin olarak değerlendiren İsrail ne Ajans’a üyedir ne de Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşmasını imzalamıştır. Yönlendirici güçlerin aldığı kararı fırsata dönüştüren İsrail’in kendi başına davrandığını düşünmek bu nedenle ahmakça olacaktır. Saldırının meşruluk zeminini yaratanların mevcut savaş ortamını hazırladıkları açık olmalıdır. Bu da saldırıdaki asıl nedenin emperyalizmin daha çok “bölgesel dizayn” adı verilen politikalar olduğuna işaret eder. 

İsrail Trump’ın “yeniden” şekillendirerek güncellediği müzakerelerin bir çözüm olmayacağını, İran’ın İsrail’e saldırmak üzere nükleer üretimini geliştireceğini, bu bakımdan kendisinin “bekası” ile ilgili temel bir problem olduğunu açıklarken Ajans’ın bu kararına ve öteden beri özellikle ABD ve İngiltere emperyalizme payanda olan niteliğine dayanıyordu. Dolayısıyla bu “beklenmedik” saldırıyı emperyalizmin bir saldırısı olarak değerlendirmek yerindedir ve haklıdır. 

Buna rağmen İsrail’in “özgün” nedenlerini gözden kaçırmamak gerekir. İsrail, Orta Doğu’daki varlığını meşrulaştırmak ve -bölgedeki gerici devletlerden çok daha fazla olarak- geniş halk yığınlarına bunu kabul ettirmek için “zorunlu bir savaş” yürüttüğü inancını pompalamaktadır. İsrail devletinin kendisi için bir “yenilmez güç” imajı yaratma çabasının önemi de buradan kaynaklanır. Halihazırda bu imajı güçlendirmek için uygun koşullar oluşmuşken İsrail bu fırsatı kaçırmadı. Hem Suriye’deki pervasız varlığı hem özellikle TC devletini hedef göstererek yürüttüğü propaganda hem de son dönemde İran’a yönelik gerçekleştirdiği saldırı bu amacın bir parçasıdır.

Elbette ne TC ne de Colani İsrail düşmanıdır; ikisi de bu Siyonist devletin meşruiyetini sorgulamamaktadır. Her ikisi de İsrail’in amaçlarına dolaylı biçimde hizmet eden bir politik hat izlemektedir. Son dönemde öne çıkar biçimde Erdoğan şahsında TC’nin İsrail’i suçlayan açıklamalar da aslında “yenilmez güç İsrail” imajına katkı sunmuştur.

Bu imajın İsrail açısından ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Bu imajı sarsan her olay, İsrail tarafından bir “varlık sorunu” olarak değerlendirilmekte ve sert bir yanıtla karşılık verilmektedir. Münih Olimpiyatları sırasında Filistin Direnişi’nin gerçekleştirdiği eylemin ardından düzenlenen saldırılarla birlikte MOSSAD’ın da aktif rol oynadığı bu imaj inşa süreci, İsrail’in her türden “düşmana” karşı güç gösterisinde bulunmayı alışkanlık haline getirdiğini göstermektedir.

İsrail’in özgün nedenlerine, ülke içinde yaşanan siyasî kaosu da eklemek gerekir. Son seçimlerde bir kez daha “en gerici” partiler Knesset’i (İsrail Parlamentosu) doldurmuş ve tarihinin en dinci hükümeti kurulmuşken İran’a yönelik saldırı fırsatının kaçırılmak istenmemesi de bu bütünün bir parçası olarak görülmelidir. Bu “en gericilerden” oluşmuş yapıyla İsrail devleti “sarsılmaz, güvenilir ve olmazsa olmaz” bir imaj yakalama çabasındadır. Tabii 7 Ekim Aksa Tufanı saldırısının devamında bunların gerçekleştiğini de unutmamak gerekir. Sarsılan imaj daha güçlü bir biçimde inşa edilmek istenmektedir. 

Üstelik İsrail daha önce Kasım Süleymani’yi, Haniye’yi İran’da, Nasrallah’ı da Lübnan’da, en korunaklı oldukları yerlerde vurarak alçakça vurma “yeteneğini” göstermişti. Beklenmedik saldırıların habercisi olan bu eylemler son saldırının gayet mümkün olduğunu göstermiştir. 

İsrail, ABD’nin desteklemesi halinde İran’ın dize getirilebileceğini vurgularken bu desteğin sınırlarına çekmektedir. ABD ve genel olarak “Batı” emperyalizmi İran’ı bölgedeki temel güçlerden ve dayanaklardan biri olarak görmeye devam etmektedir. İran’ın İsrail düşmanlığının sınırlarına birçok kez tanık olduk. Bugün İsrail devleti diye bir gerçeklik söz konusuysa bunun bölgedeki tüm gerici güçlerle, gerici üretim ilişkileriyle, emperyalist tahakküme boyun eğmiş sınıfların varlığıyla ilgili olduğu açık olmalıdır. Bazıları sadece sözlerle ilgilenmekte ve İran ile İsrail arasındaki gerginlikte iki gücün de aynı temellere dayandığını ihmal ediyorlar. İsrail gericiliği ile İran gericiliği arasında tercihe zorlanmak halkı çıkarlarının yok sayılmasından ileri gelmektedir. Oysa halklar vardır ve her halkın çıkarları onları yöneten devletlerin/egemen sınıfların çıkarlarıyla uzlaşmaz derecede karşıttır.

Halklara Gözdağı

Son değerlendirmelerimizde ABD ve İran arasındaki gerginliğin bir şekilde “anlaşma” ile sonuçlanacağına, savaşa dönüşmeyeceğine yönelik belirlemelerimiz oldu. Bu saldırı ile birlikte belirlemelerimizin hatalı olduğu yargısı oluşmuş olmalıdır. Ne var ki bu saldırının biçimi ve ardından yaşanan gelişmeler bu yargının henüz erken bir yargı olduğunu düşündürtmelidir. Çünkü “beklenmedik” saldırıya verilen askerî yanıt ile siyasî yanıtlar esas olarak müzakerelerin sürdürülmesini içermektedir. İran İsrail’i “düşman ve meşru olmayan bir devlet” olarak değerlendirse de bugüne dek “yok edici” bir savaş düşünmemiştir. İsrail de İran’ı düşman gördüğü halde emperyalist efendilerine rağmen onunla baş edecek bir güçte olmadığının ve dolayısıyla bir savaşı göze alamayacağının farkındadır. Saldırı, müzakerelere biçim vermeyi içermekle birlikte bölgede gücün artık kimde olduğunu hatırlatmak amacı gütmektedir. İran’ın bu hatırlatmaya ihtiyacı var mıdır? 

Kuşkusuz İran gibi geçmişi ve birikimi güçlü bir devlet yaşanan değişimin farkındadır ve güç dengesinin aldığı yeni biçimi görmektedir. Bununla birlikte bu hatırlatmaya iki nedenle “ihtiyaç” vardır. İlk neden, tüm egemen gerici devletlerin lehlerine olduğu her zaman “durumun altını çizmek” gibi bir ihtiyaç hissederler. İsrail’in bunu pek güçlü yapmak gibi bir özelliği var. Tarihsel olarak bu, bilinen bir İsrail devlet tarzıdır. İkinci neden de şudur: bu ihtiyaç “halklara yönelik bir uyarı” olarak söz konusudur. Hem Siyonistler hem de emperyalistler Orta Doğu’nun tüm halklarına ve ayrıca diğer haklara güç gösterisi sunmaktalar. Halkların kurtuluşa yönelik eğilimleri güçlendikçe, tüm dünya ekonomi sisteminin derin açmazları ortaya çıktıkça gerici devletler bu güç gösterisi fırsatlarını kullanırlar. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonlandıktan, en son Japonya da teslim olduktan sonra ABD’nin iki atom bombası kullanması bunun en bilindik örneğidir. Japonya’nın teslim olmasını amaçlamayan bu iki bombanın Japon egemenlerine ya da Japonya devletine gözdağı için atıldığı iddia edilebilir mi? Elbette edilemez. Bu iki bomba da Sovyetlerin 8 Mayıs’ta tamamlanan büyük zaferinden sonra tüm dünyada meydana gelen yeni duruma karşı ABD’nin aldığı tutumdur. Halklara nasıl bir düşmanla karşı karşıya oldukları bu iki bomba ile gösterilmiştir. Milyonları bir seferde katletmekten çekinmeyen bir emperyalist düşman söz konusuydu. Şimdi de aynı mesaj verilmektedir. Bu mesajın güçlü olduğu ve istendiği ölçüde yansıtılabildiği söylenebilir. Halklar emperyalizmin desteklediği İsrail’in “nokta atışı” vuruşlarından kuşkusuz etkilenmiştir. Bu etkiyi yaratabilmek için emperyalizmin tüm yardakçılarının “arı gibi” çalıştığını da hatırlatmak gerek. Fakat bu, olgunun bir tarafı. Olgunun diğer tarafında direnenler var, saldırılara yanıt verenler var. Demir Kubbe, yapılan propagandalar sayesinde aşılmaz duvar gibi görünürken İran’ın hava saldırılarında Tel Aviv’in ateş içinde kaldığını gördük. Elbette bu da bir başka gerici devletin gücünü gösteriyor. Buna rağmen yaratılan imaj ile gerçeklik arasındaki fark belirgindir. Marksist-Leninist-Maoistler tüm bu olguları “gerçek gücün halk kitlelerinde olduğu”nun bilinciyle değerlendirmişlerdir. Bu, her zaman böyle olmuştur. Emperyalizm bolca bombadan, nükleerden, isabet gücü yüksek nokta atışlarından söz etmektedir. Oysa gerçek güç halkın iradesidir. Halkı olmayan hiçbir bomba, askerî donanım olamaz. Bu nedenle her türden haksız savaşa karşı halka dayanmak, halkın çıkarlarını örgütlemek temeldir. 

Bölgesel Dizaynın Sınırı

Orta Doğu’da emperyalizmin çıkarlarını gerçekleştirmek üzere yeni bir düzenleme gerçekleşmektedir. Suriye’deki “iktidar” değişimiyle bu düzenleme yeni bir aşamaya geçmiş bulunmaktadır. Sözü edilen bu iktidar değişikliği emperyalizmin bölgeyi “yeniden dizayn” etmesinin kaçınılmaz sonuçlarından biriydi. Hiçbir halk iradesinin yansımadığı, tamamen halk dışı ve halk düşmanı güçlerin uşaklıktan ibaret iradesine dayanan “yeni” iktidarın elinde gerçek anlamda bir güç de bulunmamaktadır. Suriye’deki yerel güçler bu iktidar boşluğunu birçok kez deşifre ettiler, HTŞ unsurlarının “kendi bölgelerini” yönetemeyeceğini açıklayıp yönetmek üzere “atananlara” kapıları kapadılar. Suriye’de iktidar henüz ve öyle görünüyor ki bundan sonra da ezilen ulustan ve inançtan “başka” toplulukları yönetme becerisinden ve itibarından yoksundur. Ayrıca söz konusu topluluklar örgütlü hareket ederek de “salt sopa” ile yönetilemeyeceklerini açıkça gösterdiler.

Suriye’de iktidar, yine gerici bölge devletlerinin ve emperyalizmin lehine değişmiş durumda – Esad iktidarlarında olduğu gibi, ancak bu kez başka efendilere biat eden bir biçimde. Son İsrail saldırısını mümkün kılan etkenlerden biri de budur. Colani kişiliğinde somutlaşmış HTŞ gericiliği emperyalizme uşaklık ve Siyonizm’le iş birliği konusunda rüştünü tamamen ispatlamıştır. Suriye’deki İsrail hamlelerine göz yuman Şam’daki gericilik bu kez İran’a saldırının önünü açmıştır. Suriye’deki iktidar değişikliğinden itibaren İran “önleyici savunma” bakımından yetersiz kalmıştır. Suriye hava sahasını rahat bir biçimde kullanarak Şam yönetiminin iş birlikçiliğini teşhir etmesi, İsrail’in bölge halklarına vermek istediği bir ders olarak değerlendirilebilir. Bu ders, iş birlikçiliğin hayati olduğuna (!) dairdir. Emperyalizmin bir uzantısı, hatta bir aparatı olarak Siyonizm’in yenilmez olduğuna dayanan bu dersin doğru olduğu düşünülebilir mi? Halk kitlelerini elindeki atom silahlarıyla korkutan, çağ dışı ve gerici fikirlere dayanan bu güçlerin yenilmez olduklarını düşünmek kadar, onlarla bir gelecek kurmanın da ham bir hayal olduğunu ısrarla ve özellikle bu korku ortamında savunmalıyız.

Yanlış Çerçeveler Üzerine

Buradaki tartışmamızdan ayrı olarak, yeri gelmişken bir kez daha değinmekte yarar olan bir konu var: Bu şartlarda, birçok küçük ve orta burjuva kesim “kendileri için” bir gelecek hayal etmeye de başladı. Özellikle Rojava’da bu yanılsamayı çok net bir biçimde gördük. Hayal etmek elbette iyidir ve gereklidir. Ne var ki hayallerimiz, gerçeklerden doğmalı ve bir gerçeğe dönüşebilir olmalıdır. Örneğin, “öznesi olmayan” bir sistemin inşasını mümkün görmek ne iyi ne de gereklidir. Ya da çıkarları uzlaşmaz olanların “çok iyi bir fikirde birleşeceklerini umut etmek” yanlıştır. Çağımızda, burjuvazinin iktidarına karşı proletaryanın iktidarını şart koşmayan hiçbir devrimci iktidar hayalinin gerçekleşme olanağı yoktur.

Yeni olduğu iddia edilen, fakat aslında hiç de yeni olmayan; Marksizm eleştirisi adı altında sınıf savaşımı teorisini reddeden ve bu nedenle tarihi “baştan ve bugüne göre” yazan, dolayısıyla öznel bir tarih açılımı yapan yanlış paradigmalar, günümüzü ve bu savaşın gerçeklerini anlamayı zorlaştırmaktadır.

İsrail’in kötülüklerine odaklanan ve bu kötülüğe göre kendine görev belirleyen pek çok anlayış var. Tersinden, benzer bir kötülük odağı olarak İran’ı görenler de mevcut. Kuşkusuz, bu son olayda ve genel olarak Orta Doğu’da, kötülük konusunda İsrail’in eline kimse su dökemez. Ne var ki bu türden bir kıyaslamanın ne bir anlamı vardır ne de meseleyi açıklamak açısından bir yeri. Savaş, bambaşka bir nedenle gerçekleşmektedir.  

Bu savaşın nedeni ne Şiilerle Yahudilerin uzlaşmazlığına dayanmaktadır ne de devletlerin özellikle de İsrail devletinin güvenlik sorununa. Elbette hem Şiilik hem de Yahudilik birer toplumsal gerçekliklerdir. Her ikisi uğruna yaşayan ve savaşacak olan insanlar kuşkusuz vardır. Ne var ki bu savaş onların savaşı değildir. İsrail’in “ciddi” bir güvenlik sorunu olduğu da bir gerçekliktir. Nihayetinde bu devlet bölge halklarının büyük çoğunluğu tarafından Orta Doğu’nun kalbine saplanmış bir hançer olarak tanımlanıyor. Bölge halklarının büyük nefretini kazanmış bu hançeri, saplandığı yerden söküp atmak isteyenlere yıllardır tanıklık ediyoruz. Büyük bir cüretle savaştıklarını, yer yer direnmeyi öğrettiklerini rahatlıkla söyleyebileceğimiz bu insanlar Şii, Sünni, Yahudi de olabilir. Buna rağmen bu savaşın arkasındaki güçlerin gerçek motivasyonu bunlar değildir. İsrail’in güvenliği de, uydurma “terör umacası” da hakeza gerçek nedenler olmaktan uzaktır. Bu savaşın temelinde Ukrayna’da, Keşmir’deki çatışmaların veya savaşın nedenleri var. Dünya kapitalist sisteminin içinde debelendiği kriz koşulları, özellikle de ödenemez derin borçlara dayanan parasal kriz bu çatışma halinin, yoğun siyasî gerginliğin temel nedenidir. Önümüzdeki yıllarda hem olanların süreceğine, hatta yer yer derinleşeceğine tanıklık edeceğiz hem de yeni vakalara. İran’a yönelik İsrail saldırısının ABD ve İngiltere merkezli olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin bir hamlesi olduğundan şüphe edilmemelidir. Bu savaşı İsrail emperyalist efendileri gerekli gördükçe sürdürecektir. “Hamaney’in nerede olduğunu biliyoruz. Onu öldürebiliriz; ama bunu yapmayacağız” diyen Trump, savaş gemilerini bölgeye yönlendiren İngiltere, “İsrail bu kirli işi bizim için de yapıyor” diyen Federico Mertz tam da bu gerçekliği yansıtıyorlar. “Kirli iş”” diye formüle edilen aşağılık politikalarını, İran gibi ekonomik sorunları mevcut sistem içinde çözümsüz, milli-demokratik devrimini gerçekleştirememiş, emperyalizm tarafından geri bıraktırılmış bir ülkeye “bomba yağdırmanın” nedeni emperyalizmin ekonomik çıkmazlarıdır. Bugün büyük ekonomik çöküntüye ihtiyaç duymaktalar, bir sistem değiştirmenin yolu olarak siyasî gerginlik yaratmak emperyalistlerin bilindik politikasıdır. 

İran hamlesi, aynı zamanda emperyalistler arası gerginliklerden de kaynaklanmıştır. Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesinde Kafkasya’nın, Orta Doğu’da İran’ın ve Hindistan üzerinden Asya’nın büyük bir önemi var. Bu büyük proje Covid-19 ile ciddi bir darbe yemiş olsa da varlığını koruyor. Önümüzdeki dönemde İran’a yönelik bu saldırının Kafkasya’da ve adım adım Asya’da yankılarını duyacağımız kesindir. ABD ve İngiltere bu süreci yöneten asıl unsurlardır. Almanya’nın mevcut yönetimi de bu sürecin parçasıdır. 

Türkiye’de Kürt ulusal sorununun “iş birliği” yoluyla çözülmesine dair politikanın arkasında da bu hamlenin olduğunu görmek gerekir. Kürt ulusuna karşı hiçbir zaman olumlu bir tutum sergilememiş bir devletin “çözüm arayışında” samimi olması mümkün değildir. Bununla birlikte, samimiyet olmaksızın da bazen “zorunlu” olumlu gelişmeler yaşanabilir ve Kürt yurtsever hareketinden gelen bazı yaklaşımlar da bu saptamaya dayanıyor gibi görünmektedir. Oysa arkasında “millî” hiçbir özelliğin ya da çıkarın bulunmadığı bir politikanın ezilenlere umut olması mümkün değildir. Emperyalizme hizmet ederek ilerlemek, haklar edinmek ya da kurtuluşa doğru örgütlenmek imkânsızdır. İsrail saldırısı ve Batı Demokrasisinin aşağılık tutumu bu bakımdan uyarıcı olmalıdır.

 Haklı-Haksız Ayrımında Yüzeysellik Hatası

Bugünkü savaşın nedenleri ve amacı, hâlâ sömürgeciliğe ve köle-efendi ilişkilerine dayalı bir sosyal düzeni yaşamaya zorlandığımızı açık bir şekilde göstermektedir. Bugün savaşta karşı karşıya gelen iki devletin de kendi halkına ve genel olarak halklara sundukları bu savaşta da içerili olan gericilikten, nihayetinde halklara saldırıdan başka bir şey değildir. Kuşkusuz bu savaşta saldırgan devlet olarak İsrail halkların ve dolayısıyla devrimci öfkenin esas hedefi olmalıdır. ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batılı devletler de bu saldırının suç ortaklarıdır. Her ne kadar bu kurumun Başkanı Rafael Mariano Grossi aldıkları kararın askerî harekât için gerekçe olamayacağını iddia etse de Uluslararası Atom Ajansı Yönetim Kurulu’nun kararı saldırının arkasındaki güçleri tanımak bakımından referanstır. Bu güçlerin öfkemizin esas hedefleri olması gerektiği kuşkusuzdur. Ne var ki bu açık durumdan hareketle İran rejimini anti Siyonist ve anti ABD’ci diyerek desteklemek kendini bilmezlikten öte bir tutumdur. 

İsrail’de ve İran’da halkların rejime yansıyan bir iradeleri yoktur ya da bu rejimlerde halkın çıkarlarına dayanan tek bir politikadan dahi söz edilemez. Bunlar büyük oranda tartışmasız gerçeklerdir. Buna rağmen saldırıya uğrayan İran’ın desteklenmesi halkın çıkarlarıyla uyumlu bir tutumdur denebilir mi? Hayır denemez. Bunun nedeni İran’ın görece demokratik olmaması, halk üzerinde baskıcı ve gerici bir devlet olması vb. değildir. Bunun nedeni bir yarı sömürge ülke olarak İran devletinin emperyalizme uşaklık etmesidir. Uranyum zenginleştirme tesislerinin varlığı ve İsrail’in güvenliğini tehdit etmesi onun bu niteliğini değiştirmez. İran yarı feodal ve yarı sömürge bir ülkedir. Halkın yoksulluğu ve çağ dışı koşullarda yaşamaya mecbur bırakılması emperyalizmle iş birliğinin kaçınılmaz sonucudur. Şu kesinlikle görülmelidir ki “Molla rejimi”nin ayakta durabilmesinin sebebi emperyalizmdir. Tümüyle çağ dışı kalmış bir sistemin ve sınıfların emperyalizmin desteği olmadan ayakta kalabilmesini mümkün görmek ekonominin toplumsal yaşamdaki belirleyici rolünü kavramamaktır. Bu Küba için de, Demokratik Kore Cumhuriyeti için de geçerlidir. Sosyalist olduklarını iddia edenlere de işaret ettik ki manipülasyonun boyutu görülebilsin. Evet, İran ile İsrail iki düşman devlettir. Fakat bu düşmanlık emperyalizme karşıtlık zemininde değildir, bölgesel dengelere hizmet içindir. Farklı emperyalist blokların varlığına dayanan karşıtlık da burada etkendir. Dolayısıyla İran saldırıya uğrayan bir devlet olarak bu savaşta savunmada olsa da bu onun başta kendi halkı olmak üzere bölge halklarına karşı saldırgan bir devlet olduğu, bölgesel bir gericilik olduğu ve emperyalizme hizmet ettiği gerçeğini ortadan kaldırmaz. Onun anti ABD’ci olduğuna “işaret eden” olaylar ve gerilimler de incelendiğinde karşımıza emperyalist zemini koruyan ve bu zeminde hareket eden güçlerin manevralarını görürüz. İslam devrimi de incelendiğinde İran’daki devrimci-demokratik hareketin bu “devrim”den kısa bir süre sonra ağır bir biçimde ezildiğini görürüz. Şah Rıza Pehlevi iktidarının yönetememe krizi içinde gerçekleştiremediğini Molla rejimi, hem de “devrim” diyerek, halk adına, ABD karşıtı görünen ciddi bir gerilim içinde gerçekleştirdi. Bu gerçeklik atlanarak Molla rejimine emperyalizm karşısında haklılık atfetmek ciddi bir yanılgıdır.

Bu savaş özgülünde saldıran ve saldırıya uğrayan ayrımının dışında tanımlar yapmak “haklı savaş” kavramının dayandığı halkın kurtuluş yolunun açılması kriterini yok saymak olacaktır. Bugün İran’da devrimin önündeki engel İsrail’in bu saldırısı değildir. Bu engel emperyalizmin desteğiyle ayakta durmayı başaran gerici, faşist İran iktidarıdır.

İran’daki Molla rejiminin bir yurtsever savunma savaşı verdiği iddiası da yüzeysel bir değerlendirmedir. Rejim aslında “kendi iktidarını” korumak telaşındadır, uranyum zenginleştirme programının amacı da egemen sınıfların iktidarını korumaktır. Bunun bir nükleer bombaya evrilmesi de olasıdır, barışçıl amaçlarla kullanılması da. Bunların esasen bir önemi olmadığı açıktır. Asıl mesele bu programın egemenlerin, daha net ifadeyle faşist iktidarın ihtiyacı için geliştirilmesidir. Dolayısıyla “yurtseverlik” iddiası subjektiftir.

Yüzeysellikten kaynaklandığını düşündüğümüz bu ciddi hatayı bir de belirsiz ve biçimsiz “savaş karşıtlığı” izlemektedir. Kuşkusuz İsrail saldırısıyla başlayan bu savaşa karşı durmak devrimci bir görevdir. Ne var ki savaş karşıtlığı “pasif” bir tutumla gerçekleştirilmek istendiğinde gerçekte ona hizmet edilmiş olur. Haksız her savaş karşısında halklar kendi savaşlarını geliştirmeye çağrılmalıdırlar. “Kendi savaşı” bazen işgal karşıtı bir savaş biçiminde belirebilir ve yurtsever bir karakter kazanarak geniş bir ulusal cephede biçimlenebilir. Ne var ki bu durumda da savaşın “halkın kurtuluş yolunu” açmaya yönelmesi gerektiğini bilmeliyiz.

Ayağa Kalkmak için Sebepler Arttı

Umut etmek, hayal kurmak ve geleceğimizi ellerimizle yaratmak konusunda bu savaş, halklar açısından ağır bir bilançoya işaret etmektedir. Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’e yönelik yoğun saldırılar ve komünist cephenin aldığı önemli kayıplar, sorumluluğumuzun büyüklüğünü bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu sorumluluk, halkların ve özelde halkımızın en yakıcı ihtiyacıdır.

İsrail’e karşı büyük bir nefretle kararlılıkla karşı durmak gerektiğini elbette öne çıkaracağız. Trump’ın her istediğini dayatabilme cesaretine yaptığı göndermeler ve yarattığı korku iklimi de mutlaka üzerinde durulması gereken bir başka boyuttur. Fakat unutmamalıyız ki bu savaş, emperyalist sistemin kapsamlı bir kriz dalgasının ortasında yürüttüğü bir savaştır. Emperyalizmin böyle bir sürece neden ihtiyaç duyduğunu kavrayamadığımız ya da ihmal ettiğimiz durumda, sınıf savaşımına dayalı mücadelemizi ilerletmemiz olanaksız hâle gelir.

Yukarıda değindiğimiz gibi, bu savaşa karşı kitleler açısından hem pasifizmi öne süren anlayışlar söz konusudur hem de kitleleri karanlık yollardan birine saplanmaya zorlayan yaklaşımlar. İsrail ya da İran; esasta fark eden bir şey yok, her ikisi de karanlığın taciridir. Okun sivri ucunu saldırana ve bu sürecin koşullarını hazırlayanlara yöneltmek kesinlikle doğrudur. Bu nedenle İsrail’in bombardımanına ve savaş kabinesine karşı eylemler daha net ve güçlü bir biçimde öne çıkmalıdır. Molla rejiminden halkın kurtuluş yoluna fırsat verecek hiçbir adım gelmeyeceğini bilerek, emperyalizmin uluslararası ticaretini zaafa uğratacak bir çıkış olmayacağını öngörerek pasifizmi öğütleyenlere karşı çıkmalıyız.

İran’da bu saldırıyla birlikte rejimin zayıflayacağını umarak kendilerini iktidara hazırlayanlara karşı da özellikle temkinli yaklaşmak gerekir. Bunların önemli bir kesimi iş birlikçidir. Molla rejiminin dayandığı gerici temellere bu kez kendileri yaslanmak istemektedirler. Bunların İran halkı tarafından nefretle karşılanacağını bilmek gerekir. Halk kendi çıkarlarına dayanan ve halkın kurtuluşuna odaklanan hareketlerle yürümeye yatkındır.   

Bu nedenle, sınıf savaşımını merkeze almayan, halkların gerçek kurtuluşunu emperyalist dengelerden ve iş birlikçi rejimlerden medet umarak arayan her yaklaşım, kitleleri ya pasifize etmeye ya da emperyalizme mahkûm eder. Bizim için tek çıkar yol, emperyalizme ve onun her biçimdeki uzantılarına karşı özgür geleceği kuracak örgütlü halk gerçekliğini yaratmaktır.    

Tags: abdFilistiniranisrailsiyonist israil
ShareTweetSendShareScanSend
Önceki Yazı

Şırnak’ta 6 çocuğu taciz eden fail öğretmen tahliye edildi

Sonraki Yazı

Doğa talanı yasası: Zeytinlikleri şirketlere peşkeş çekecek 11. madde kabul edildi

Related Posts

BİLİM

Egemen Sınıf Anlatılarından Arındırılmış Tarih Devrim Çağrısıdır

19 Haziran 2025
KOLEKTİF DOĞRULTU

Soyut Kavramlarla Politika, Önderlik ve Kitle Gücü

17 Haziran 2025
Dünya

Nükleer Krizde Son Perde: Müzakere Masası Dağılır Mı?

12 Haziran 2025
ÇEVİRİ

“Sudhakar, devrimci hareketin kıdemli bir önderidir”

8 Haziran 2025
ÇEVİRİ

Maoist Önder: Sudhakar

7 Haziran 2025
ÇEVİRİ

ÇEVİRİ | Naxalbari’nin 50 Yılı- Alternatif Kalkınma Yolu

31 Mayıs 2025
Sonraki Yazı

Doğa talanı yasası: Zeytinlikleri şirketlere peşkeş çekecek 11. madde kabul edildi

Hakkımızda

Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi; işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: [email protected]

2024 Yeni Demokrasi – Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi | işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: [email protected]

  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
  • Tüm Haberler

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler

Copyleft 2020, dizayn yeni demokrasi
İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz:[email protected]